28 Aralık 2014 Pazar

I Hate Clara Oswald

Bu başlığı seçtim çünkü gerçekten üzgünüm ve hatta kızgınım. 

Doctor Who hayatımda en sevdiğim ve an be an takip ettiğim dizilerden beri. Retro havalı düşük bütçeli döneminden son yıllardaki süslü ve epik haline kadar.

Russell T. Davies sonrası Moffat diziyi katlediyor döneminde bile diziyi hala sevdim, hatta savundum ama bugün itibariyle karar verdim ki, ben maalesef bu diziyi izlemeye artık dayanamıyorum ve devam edemeyeceğim.

Noel özel bölümü Last Christmas Inceptionvari senaryosuyla aslında hiç fena bir bölüm değildi ama Clara denen gerizekalı karakteri, Danny mıymıylarını, Doctor'a olan salak afra tafrasını ve finalde seyirciyi duygulandırmaya çalışsa da bana sadece bir Mature pornosu introsu hissi uyandıran aptal romantik anlarıyla değil bölümden etkilenmek konsantre bile olamadım.


Clara karakterinin giderek saçmalaması ve diziye yayılmasını iki sezondur dehşetle izliyorum. İlk başta Matt Smith ile döneminde bu kadar da itici değildi esasen ama zaman ilerledikçe özellikle de Peter Capaldi'nin geldiği son sezonda adeta Clara Who dizisi izledik. İlk bölümlerde zaten bostan korkuluğu olarak gezinen Doktor adeta companion gibiydi. Doktoru aşağılayan, kimi zaman tokat atan, aptalca afra tafra yapan bu karakterin üzerine kendisi kadar eblek erkek arkadaşı ve hiç de hissiyat yaratamayan yapay duygusallıkları eklenince tam anlamıyla diziye tüy dikilmiş oldu. Bu sezonun finalinde üstelik karakteri canlandıran Jenna Louise Coleman'ın adının en başa yazılması ile bu kız BBC'nin sahibiyle mi çıkıyor diye düşünsem de gerçek hayatta Jon Snow rolünde tanıdığımız Kit Harrington ile birlikteymiş.

Zaten son derece zayıf bir sezon izledik. The Master'ın kadın olarak dönüşü hiç de şaşırtıcı ya da etkileyici değildi, mükemmel bir oyuncu olmasına karşın Peter Capaldi'nin döktürdüğü anlara da maalesef çok nadiren tanık olduk. Onu yerine Doktor'a trip atan Clara, Danny ile aşk acısı çeken Clara, bir şeyleri çözen Clara gibi anlamsız şeyleri izledik durduk.

Coleman'ın noel bölümü ile gideceğini duyunca bir nebze umutlanmıştım. Çünkü Capaldi özellikle son dizisi The Musketeers'da gördüğümüz gibi aslında çok iyi bir oyuncu. Tüm bölümü "Ne zaman ölecek bu" diye izlememe karşın tam tersi karakter diziye döndü, hatta aptalca bir romans da yaşandı ve akabinde öğrendim ki Coleman bir sezon daha anlaşma imzalamış. 

Eskiden kare kare izlediğim diziyi artık görmeye tahammül edemiyorum. 

Amy Pond, River Song hatta en önemlisi bence Donna Noble gibi karakterler de güçlü, dikbaşlı ve cesur kadın profilleriydi. Ama bu karakter gerçekten çok itici ve dozu kaçmış bir şekilde yaratıldı. Danny'sine kavuşmak için Tardis'in anahtarlarını çalıp küçük beyniyle Doktor'a şantaj yapabileceğini düşünen bir karakter izledik. Normalde companionlarla Doktor arasındaki bağlantı yeni nesil dizi kurallarıyla grileştirilmeye çalışılsa da bence sonuç çok kötü oldu.

Velhasıl acı ki bu bölümle yıllardır takip ettiğim ve çok sevdiğim büyülü bir diziye veda ediyorum. Bu karakteri genel olarak takipçiler, çocuklar ya da bir şeyler çok seviyor diye tahmin ediyorum ama yıllar içinde dizinin giderek bozulan ruhu artık bence geri dönülemez bir noktaya gelmiş durumda. Yeni nesile sevdirmek ve daha çok merchandise satmak vb gibi motiflerin güçlü olmasını normal buluyorum ama zamanında inanılmaz bölümlere imza atmış Moffat'ın bu kadar saçmalamasına da anlam veremiyorum.

Russell T. Davies her daim başkaydı, bu bir gerçek. 

Velhasıl gönlüm hep bir Whovian olarak kalsa da bundan sonrası için Moffat'a izan diliyorum. 

 

21 Aralık 2014 Pazar

En Uzun Gece

Yazmayalı çok oldu. Bir süredir çok koşuşturuyorum, giderek alışkanlığa dönüşüyor. Öyle ki dursam sanki garip olacak, bir şeyler yanlış gidecek.

Kendim bildim bileli ekinoksları ve gün dönümlerini ayrı sevdim. Dünyanın da tamamen kendine ait dört günü olması çok güzel bir şey.


Bir çok sembolizmi doğurmuştur bu günlerin varlığı. İlkbahar ekinoksu ile yaşamın uyanması, yeni başlangıçlar, tohumun atılması ve ilk çiçeğin açışı. Tözün kalpte hissedilmesi ve giderek gelen güç hissi. Akabinde gelen yaz gündönümü ile en uzun gündüzün yaşanması; büyüme, parlama ve her şey tüm ışıltısıyla ortada. Güneş parlıyor ve her şey yolunda. Ancak en uzun gündüzten sonra geceler uzamaya başlar. Ne kadar unutmak istesek de...


Derken hasadın toplanma vakti gelir, meyveler olgunlaşmış ve tüm birikimlerimiz bizi çağırmaktadır adeta. Ekinlerimizi toplarken daha güçlü ve güvende hissederiz, kimi zaman belki de biraz tekdüze. Tarlayı çekip çevirmek disiplin ve emek ister, ve sürekli bitmek bilmeyen bir tekrar. Ancak sonunda en çok sahip olmamız gereken şükür duygusudur.


Tekrar dengeye gelir ışık ve karanlık bir ekinoks sonrasında. Işığın ve karanlığın bitmeyen döngüsü nihai bir dengeye ulaşmıştır kısa süreliğine. Her ne kadar geçici olsa da huzur verir insana ve yeni bir yolculuk için tekrar saatler işlemeye başlar.


Aydınlık yeryüzünden eteğini çekmeye, karanlık çökmeye ve soğuk kaplamaya başlar her tarafı. İşte bu dönem kendine dönmek için en uygun zamandır aslında. Yanındaki hasat ve aklındaki bilgiyle düşünme vaktidir her şeyi.

Ve nihayet en uzun gece gelir, öyle ki bitmeyecek gibidir. Oysa ki şafağın söküşüyle ışıklar yeniden yükselişini kutlamaya başlayacak ve yeni bir hikaye başlayacaktır kış gün dönümü sonrası.


Sonsuza dek sürecek bir öyküdür ebedi dengenin hikayesi, ancak doğası her zaman devr-i daim üzerine kurulu. Kazanmak ve kaybetmek, yükselmek ve düşmek,  yaşamak ve ölmek...

En karanlığın içinde her zaman bir aydınlık, en yanlış görünenin içinde dahi bir hakikat yatar.

Su akar yolunu bulur, bazen hiç anlayamadığımız olaylar bizi aslında ulaşmamız yere götüren kervanlar olur.

Çünkü âşk her şeyi yener.