25 Ağustos 2014 Pazartesi

Her

Robotsever bir insanım. Hani n sene içinde robotlarla savaşacağımıza falan inancım tam. Ama gene de seviyorum onları. Ne demişler, savaşma seviş. Bu mana dolu girişten sonra filme döneyim en iyisi.

James Cameron'un heykelini dikeceksiniz ileride. Asimov'un da olabilir, neyse tamam.

Bu kadar robot dememe karşın film robotlar hakkında falan değil. Çok gelişmiş, hatta karakter sahibi bir yapay zeka ve bir adamın aşk hikayesi diye özetleyebiliriz. Yok özetleyemeyiz.


Joaquin Phoenix, ki kendisini sırtlan suratlı roma imparatoru Commodus'u canlandırdığından beri severim, filmin çoğunda tek başına olmasına karşın şahane bir oyunculuk sergiliyor. Diğer başrolümüz ise sadece sesiyle Scarlett Johannson. (Bu ara resmen overdose oldum onu izlemekten) Bundan sonrası spoiler.

Artık insanların sevdiklerine bile mektup yazmak için birilerinden hizmet aldığı, tamamen telefon ve türevlerine gömülmüş bir dünyadayız. Çok da uzak bir gelecek değil üstelik. Aynı konuyu Black Mirror çok çarpıcı bir şekilde iki sezondur yansıtıyor. Bu temanın çok daha sert bir versiyonunu S02E01 Be Right Back isimli bölümde bulabilirsiniz. Daha geyiğini istiyorsanız da The Big Bang Theory'de Raj ile Siri'nin hikayesi de olur.


Theodore (JP) kendini belki ötekileştirmesinden ötürü sevdiği karısını kaybetmiş bir adam. Öyle ki bir sene boyunca evliliklerinin ipini kesecek imzayı atamıyor. İşte bu boşluk döneminde akıllı işletim sistemi Samantha'yı satın alıyor.

Samantha'nın aşırı gerçek kişiliği izleyiciye abartılı gelebilir insana ama aslında iki karakterin yaşadığı ilişki bir yandan da ICQ, MSN türevlerinde yaşanan uzak mesafe ilişkilerinden farksız değil. Birbirini görmeyen ve dokunamayan iki insanın birbirine aşık olması. İmkansız mı? Değil.

Ancak önemli bir detay da var bana göre Samantha bir işletim sistemi, ve giderek kişilik kazanıyor. Değişiyor. En sonunda 641 ayrı kişiye aşık olup Theo ile konuşurken başka bir sürü işi de yapıyor. Bunun için illa bilgisayar olmak gerekli mi? Biriyle birlikteyken başka "yeni" biri ile heyecanla konuşan insanlar hiç mi yok dünyada?


Filmin başında Samantha daha kıskanan tarafken zamanla bu değişiyor. Kendisinin başka bir felsefi işletim sistemi Alan ile diyalogları sırasında Theo'nun suratında kızgınlık ve yetersizliği görmek mümkün. Tıpkı daha "güçlü" bir rakibi görmek gibi.

Filmin diğer bir dilemması kendisini bu kadar soyutlarken Theo'nun aslında insanları ağlatacak ya da güldürecek kadar kalplerine dokunan yazılara yazabilecek derinlikte bir insan olması.

Hikaye ilerledikçe başka insanların da işletim sistemleriyle birlikteliğini görüyoruz. Aslında işin aslı çok belli. Herkes onu anlayabilen bir insan istiyor hayatında, tam olmasa da ne kadar çok olursa. Öyle ki bunun için o kişinin bir insan olmasına dahi gerek yok. Hatta olmasa daha mı iyi? Sinirlenince format C:\ yapmak sanki daha kolay. Olmadığını Samantha'nın bir kaç dakikalığına offline olduğunda Theo'nun paniğinden görüyoruz.


Velhasıl insan ırkının belki de en çok istediği şey, anlaşılabilmek, yalnız olmadığını hissetmek.

Bu kadar temel ihtiyaçlarımız varken neden bu his genelde kazanılamaz işte her daim merak edilecek soru bu.

Şu anda kompleks AI'ler olmasa da özel arkadaşlar servisleri mevcut. İlgi alanlarınız, hayat görüşünüz, istediğiniz tarz vb gibi bilgilerle muazzam paralarla özel eğitilmiş kişilerle bir haftasonluğuna real girl/boyfriend experience satın alabiliyor insanlar. Tıpkı Samantha gibi.


Bu tür şeyler hiç de uzak gelmiyor bana, aslında yazılabilecek çok şey var konu hakkında. Giderek herkesin kendine döneceği aşırı bireysel bir dünyaya doğru gidemeden Ebola ya da Göktaşı vb ile ayvayı yer miyiz, yoksa telefonlarına yapışarak radyasyondan yeni yeşil boynuzlar mı çıkarırız bilmiyorum.

Ama bu filmin üzerine bir kaç bölüm Battlestar Galactica izleyesi geliyor insanın doğruya doğru.

Güzel filmdi.

"I think anybody who falls in love is a freak. It's a crazy thing to do. It's kind of like a form of socially acceptable insanity."




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder