Uzun lafın kısası Revolution'ı merakla karşıladım. Ancak konu o kadar kısır bir döngüyle işleniyordu ki bir süre sonra sıkıldım ve diziyi bıraktım. Tıpkı müthiş bir konseptle başlayıp sıkıcı bölümler sonucunda iptal edilen Flashforward'ı andırıyordu açıkçası. (Hakikaten yazık oldu o güzelim konuya)
Son dört beş bölümdür giderek dizi kıvamını bulmaya başlarken sezon finali öncesi gerçekten başarılı bir cliffhanger yaptı. Bir baktım ki bölüm bitmiş. Game of Thrones dışında bu hissi bir süredir yaşatan dizi yok açıkçası. Revolution bir bölümlük bunu yaptı tabii, abartmayalım.
Tavsiye eder miyim? Biraz zor bir soru. Hakikaten başları çok sıkıcı. Ancak izleyecek diziniz yoksa ve böyle antin kuntin olaylar ilginizi çekiyorsa bir şans verin derim, zira bu tempoyla giderlerse önümüzdeki sezonu ilk sezondan çok daha başarılı olabilir; malzeme iyi.
Oyunculara gelirsek Charlie'yi oynayan kızı gerçekten bazen yamultasım geliyor sürekli alnını kırıştırıp aynı bakışı atmak ve arada atarlanmak dışında bir fonksiyonu yok. Miles Matheson "karanlıktan gelen adam" rolünde fena değil. Kılıç kullanıyor en azından, bu da bir şey. (Bu adam Twilight kızın babasıydı ya oradan da puan kaybediyor gözümde)
Sebastian Monroe'yu oynayan David Lyons'a bir parantez açmak istiyorum. Dizinin esas kötüsü rolünde gayet başarılı hatta oyunculuğunda Joaquin Phoenix-vari bir "pislik adam" havası var. (Gladiatordeki Commodus hali gibi. Gladiator demişken ya sen düşün koskoca Roma imparatoru -ne kadar tırt olsa da adam imparator ya- arena ortasında mıhlanıp ölüyor ve kimse takmadan adam güneşin alnında çöp torbası gibi yatıyor millet Maximus Maximus peşinde, neyse tabii öldü iyi oldu o ayrı.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder