31 Mayıs 2012 Perşembe
Jasper Kent // Twelve (On İki)
Bir süredir fantastik kurgu okumuyordum. Hele vampir romanı okumayalı çok uzun zaman olmuştu. On İki bu açıdan ilaç gibi geldi.
Öncelikle romanda parıldayan ya da binlerce yıllık ergenlikten çıkamamış vampirler mevcut değil. Eğer ortalarda fink atan bu tür kitaplardan sıkılmış ve Interview with the Vampire (Vampirle Görüşme) gibi yoğun atmosfere sahip film/kitapları seviyorsanız işte doğru seçim.
Hikaye 1812 yılında Napolyon’un Rusya seferi ile başlıyor. Hem son derece güzel ve sıkıcı olmayan betimlemelerle o dönem Rusyasının içine giriyor; bir yandan da askeri bir dünyaya adım atıyorsunuz. Hikayenin baş karakteri Aleksey Ivanoviç Danilov’un gözünden hem kendisinin duygusal ikilemlerini hem de arkadaşlarıyla ilişkileri son derece başarılı bir dille anlatılmış.
Romanda gerilim duygusu da son derece hakim, ayrıca arada ilginç sürprizlerle de karşılaşabilirsiniz.
Jasper Kent hikayeyi Danilov Quintet (Danilov Beşlemesi) olarak tasarlamış. Yakın zamanda serinin ikinci kitabı Thirteen Years Later’ı (On Üç Yıl Sonra) alacağım.
Serideki kitaplar:
Twelve // On İki (2009) - Can Yayınevi
Thirteen Years Later // On Üç Yıl Sonra (2010) - Can Yayınevi
The Third Section // (2011) – Henüz Türkçe’ye çevrilmedi
Zmyeevich // (Proje aşamasında)
Uncle Mitka // (Proje Aşamasında)
29 Mayıs 2012 Salı
Kadın, İnsan ve Haklar Üzerine
Son günlerde kürtaj ekseninde dönen gelişmeleri kanım donarak izliyorum. Bugünkü açıklamalar ise daha da korkutucu.
"Bazıları çıkıyor diyor ki, 'Kürtaj yaptırmak bir haktır' diyor. 'Kadın diyor isterse kürtajı yaptırır'. "O onun kendi hakkıdır. Siz onun vücudunda müdahalede bulunamazsınız, tasarrufta bulanamazsınız. Bırak intihar edene de müsaade et. Niye köprüden atlarken müdahale ediyorsun adama. Hakkını kullansın. Böyle saçmalık olur mu?" (1)
Öyle bir noktaya geldik ki, bir kişinin en temel hakkı olan kendi vücudu hakkında karar verebilme yetisi küçümseyen bir ifade ile yeriliyor; üstüne üstlük intihar etmekle aynı kefeye konuyor.
Çünkü satırların sahibi bir kadının daha da ötesi bir insanın kendi özgür iradesiyle karar alma hakkı olduğuna inanmıyor. Dikte edilmeli, teba da dikte edilene uymalı. Çünkü en doğrusu ve iyisini onlar bilirler, başkası değil.
İşin daha da can alıcı kısmı bu hastalıklı düşünce yapısının yasalaştırılmasının amaçlanması (2) Yazının sonundaki haberde okuyacağınız gibi, yasayı görüşenler tecavüz sonucu hamile kalanların akıbeti konusunda fikir birliği sağlayamamışlar.
Yani kimi hala tecavüzcüsü ile evlendirilip bir de çocuğunu doğurmak zorunda kalacak bir kadına az da olsa acırken, diğerleri bunu umursamıyor.
Umursamıyorlar çünkü ne kadar demokrasi maskesi taksalar da bu zihniyetin kadını gördüğü amaç belli: Hakkı ve düşüncesi olmayan bir üreme aracı.
"Kadınlar çalıştığı için işsizlik var" diye cümlelerin zikredildiği bir ülkede yaşıyoruz. Artık acı ki bu tür açıklamalara alıştık ama şahsen uzun zamandır bu kadar tedirgin olmamıştım.
Sözde kadınları korumak ve sağlıklarını düşünmek kısvesi ile yapılan bu hareketler aslında geçmiş diktatörlerin "Çoğalma" stratejisinden başka bir şey değil. İnsanların bakamayacağı kadar çocuk doğurması ve bir neslin açlığa mahkum olması; ya da bir tecavüzcüden dünyaya gelen çocuğun hayatı boyunca o travmayı yaşaması da umurlarında değil. Çünkü onlar insanı insan değil, oy verecek et parçası olarak görüyorlar.
Düşünmeyen, yaşam standardı yükselmeyen, biat kültürüyle yetişecek oy kaynakları üretmek. Her biri x10 çoğalarak daha çok oy, daha uzun süre iktidar.
Tabii bunlar olurken bir bodrum katında ne idüğü belirsiz kişilerin operasyonuyla, yabancı maddeler içerek ya da bir çıkış yolu bulamayıp intihar ederek ölecek kadınlar daha da artacaktır.
Malumunuz bu önemli değil; çünkü bu ülkede kürtaj bir cinayetken cinnet geçiren adamların kadınları akla hayale gelmeyen şekillerde işkence etmesi ve öldürmesi cinayet değildir.
Ve bu konu sırf kadınlarla ilgili bir konu değil, insanlarla ilgili bir konudur. Düşüncenin ve özgürlüğün cinsiyeti yoktur.
Hakların en önemlisi de özgürlüktür, ancak onların anladığı gibi "bazılarına özgürlük" değil.
Umarım bunun gerçekten anlaşılabildiği günü de görürüz, her ne kadar umudum azalsa da...
Haberler:
(1) Radikal
(2) Hürriyet
28 Mayıs 2012 Pazartesi
Snow White and the Huntsman
Nedense masal pazarına nur yağdı ve bu sene iki tane Pamuk Prenses filmi birden çekildi. Öncelikle Tarsem Singh, "Mirror Mirror"u çekti; ancak pek de beğenilmedi. (Immortals için de aynı şey geçerli, The Fall'daki parıltısını koruyamıyor son filmleriyle, sinema tanrıları kendisini M. Night Shyamalan sendromundan korusun)
Mirror Mirror pek ilgimi çekmedi ama Rupert Sanders'ın yönettiği "Snow White and the Huntsman" ilk fragmanı ile aklımda yer etti. Kötü kraliçe rolünde Charlize Theron, Pamuk Prenses rolünde ise Kristen Stewart var. (Kim bu derseniz Twilight kız, Edward Cullen'ınki)
Aslında filmin en büyük mantık hatası belli: Charlize Theron 'un en güzel kişinin kim olduğunu sorduğu bir ayna gidip de buna Kristen Stewart cevabını veriyorsa, hiç kasmayacaktı kraliçe prensesi öldürmeye; aynada üretim hatası var işte at çöpe gitsin ne sıkıyorsun tatlı canını.
İşin geyiği bir yana, fragmanı oldukça dikkat çekici. Charlize Theron'a kötü kraliçe olmak çok yakışmış, görsellik son derece çarpıcı. Oduncu rolünde ise Thor'dan tanıdığımız ancak kumral haliyle Chris Hemsworth oynuyor. Çekici yok belki ama bu sefer de baltası var.
1 Haziranda çoğunluğun gözü (tabii ki benim önceliğim de) Prometheus'ta olacak ama bilimkurgu sevmeyen ya da Prometheus'u izleyip yeni film arayanlar için önümüzdeki hafta iyi bir seçenek olabilir. (İki film de bu hafta cuma günü vizyonda)
Kişisel not: Filmin afişi ne kadar sıradan ve kötü görünüyor, hiç beğenmedim.
Bu da fragmanı:
Mirror Mirror pek ilgimi çekmedi ama Rupert Sanders'ın yönettiği "Snow White and the Huntsman" ilk fragmanı ile aklımda yer etti. Kötü kraliçe rolünde Charlize Theron, Pamuk Prenses rolünde ise Kristen Stewart var. (Kim bu derseniz Twilight kız, Edward Cullen'ınki)
Aslında filmin en büyük mantık hatası belli: Charlize Theron 'un en güzel kişinin kim olduğunu sorduğu bir ayna gidip de buna Kristen Stewart cevabını veriyorsa, hiç kasmayacaktı kraliçe prensesi öldürmeye; aynada üretim hatası var işte at çöpe gitsin ne sıkıyorsun tatlı canını.
İşin geyiği bir yana, fragmanı oldukça dikkat çekici. Charlize Theron'a kötü kraliçe olmak çok yakışmış, görsellik son derece çarpıcı. Oduncu rolünde ise Thor'dan tanıdığımız ancak kumral haliyle Chris Hemsworth oynuyor. Çekici yok belki ama bu sefer de baltası var.
1 Haziranda çoğunluğun gözü (tabii ki benim önceliğim de) Prometheus'ta olacak ama bilimkurgu sevmeyen ya da Prometheus'u izleyip yeni film arayanlar için önümüzdeki hafta iyi bir seçenek olabilir. (İki film de bu hafta cuma günü vizyonda)
Kişisel not: Filmin afişi ne kadar sıradan ve kötü görünüyor, hiç beğenmedim.
Bu da fragmanı:
Game of Thrones S02E09 // Blackwater
O ne bölümdü öyle! Spartacus'te arena yandığından beri bir diziyi bu kadar heyecanla izlememiştim.
Öncelikle, Tyrion Lannister kralsın kardeşim; herhangi bir seçimde aday ol tüm oylarım senin. Titrek Joffrey'nin zavallılığı yanında adam yıldız gibi parladı, "Half man, half man, half man" diyoruz hep birlikte.
O ne güzel taktikti, wildfire kullanıp Stannis'in donanmayı haşırt diye yok etmek. Braveheart'taki "Hold hold hold" sahnesinin tadını aldım resmen. Bu arada bu "Wildfire" bize sosyal bilgiler kitaplarında okutulan "Rum ateşi", yani "Grejuva" değil mi? Nam-ı diğer suda yanan ateş, İstanbul'un kuşatmasında Bizanslılar kullanmıştı.
Yalnız yalan yok hiç de sevmediğim bir karakter ama Stannis Baratheon'a resmen saygı duydum bu bölüm. Ayrıca sağ kolu Davos çok düzgün adam, asıl onu seviyorum ben. Umarım patlamada ölmemiştir. Stannis hiçbir koşulda yılmadı her saldırıda da en önde ordusunu komuta etti. Kızıl büyücünün kuklası gibi dursa da adamın hakikaten bir duruşu varmış, ezik Joffrey tahtta olacağına o olsa iyiydi; ama Tyrion hak ediyor bence Demir Taht'ı diğer herkes hikaye. Valla başına getirilse CHP bile iktidar olur aşikar. Yüzüne kılıç geldiğinde içim hop etti, ucuz kurtardı. Yanındaki elemanı da seviyorum, kendince bir tarzı var.
Bölümün bir diğer yıldızı Hound'du elbette. Özetle: "Fuck the kingsguard. Fuck the city. Fuck the king" Tüm vahşiliğine rağmen Sansa Stark'a olan nezaketi de kaçmıyor gözden. Bakalım Joffrey ibişi şimdi ona ne yapacak? Hound kaçacak mı merak ediyorum.
Cersei Lannister'ı da es geçmeyelim. Nefret edemiyorum kadından. Tamam korkunç bir kaynana, acımasız vs ama en başta zorla Robert Baratheon'la evlendirilmesi ve sevilmemesini kabul edemeyip "Ben çektim o da çeksin" kafasında biri ama öte yandan da çok koruyucu bir anne. Küçük oğlu ile zehir içmek üzere olduğu sahne etkileyiciydi. Joffrey yerine küçük oğluyla ölüme gitmeyi seçmesi de büyük oğlunu sevmediğinin göstergesi. Ayrıca ortalık karışmasa Shea'nin de bir şeyler karıştığını çözmek üzereydi.
Baba Tywin Lannister'ın içeri girişi hakikaten etkileyiciydi. Lannisterları hiç sevmesem de karizma kötü kavramını iyi dolduruyorlar.
Kaldı sadece bir bölüm! Önümüzdeki hafta yani 3 Haziranda sezon finalini izleyeceğiz. Bakalım başımıza neler gelecek? Keşke iki saatlik bölüm olsa, hiç kesecek gibi durmuyor. Fragman burada:
Bu da kapanışta çalan pek güzel parça: The Rains of Castamare
(Çaktırmadan adamı Lannister sempatizanı yapacaklar yalnız)
Öncelikle, Tyrion Lannister kralsın kardeşim; herhangi bir seçimde aday ol tüm oylarım senin. Titrek Joffrey'nin zavallılığı yanında adam yıldız gibi parladı, "Half man, half man, half man" diyoruz hep birlikte.
Yalnız yalan yok hiç de sevmediğim bir karakter ama Stannis Baratheon'a resmen saygı duydum bu bölüm. Ayrıca sağ kolu Davos çok düzgün adam, asıl onu seviyorum ben. Umarım patlamada ölmemiştir. Stannis hiçbir koşulda yılmadı her saldırıda da en önde ordusunu komuta etti. Kızıl büyücünün kuklası gibi dursa da adamın hakikaten bir duruşu varmış, ezik Joffrey tahtta olacağına o olsa iyiydi; ama Tyrion hak ediyor bence Demir Taht'ı diğer herkes hikaye. Valla başına getirilse CHP bile iktidar olur aşikar. Yüzüne kılıç geldiğinde içim hop etti, ucuz kurtardı. Yanındaki elemanı da seviyorum, kendince bir tarzı var.
Bölümün bir diğer yıldızı Hound'du elbette. Özetle: "Fuck the kingsguard. Fuck the city. Fuck the king" Tüm vahşiliğine rağmen Sansa Stark'a olan nezaketi de kaçmıyor gözden. Bakalım Joffrey ibişi şimdi ona ne yapacak? Hound kaçacak mı merak ediyorum.
Cersei Lannister'ı da es geçmeyelim. Nefret edemiyorum kadından. Tamam korkunç bir kaynana, acımasız vs ama en başta zorla Robert Baratheon'la evlendirilmesi ve sevilmemesini kabul edemeyip "Ben çektim o da çeksin" kafasında biri ama öte yandan da çok koruyucu bir anne. Küçük oğlu ile zehir içmek üzere olduğu sahne etkileyiciydi. Joffrey yerine küçük oğluyla ölüme gitmeyi seçmesi de büyük oğlunu sevmediğinin göstergesi. Ayrıca ortalık karışmasa Shea'nin de bir şeyler karıştığını çözmek üzereydi.
Baba Tywin Lannister'ın içeri girişi hakikaten etkileyiciydi. Lannisterları hiç sevmesem de karizma kötü kavramını iyi dolduruyorlar.
Kaldı sadece bir bölüm! Önümüzdeki hafta yani 3 Haziranda sezon finalini izleyeceğiz. Bakalım başımıza neler gelecek? Keşke iki saatlik bölüm olsa, hiç kesecek gibi durmuyor. Fragman burada:
Bu da kapanışta çalan pek güzel parça: The Rains of Castamare
(Çaktırmadan adamı Lannister sempatizanı yapacaklar yalnız)
27 Mayıs 2012 Pazar
Eurovision 2012
Her ne kadar "Artık o kadar da önemli değil" desek de illa da bir şekilde kıyısından köşesinden dahil olduğumuz bir organizasyon Eurovision.
Öyle ki sözlüklerde ve twitter'da sayfalarca yazı ve yorum yazıldı, maçlar haricinde bir olayda bu boyutta online bir ilgi pek hatırlamıyorum.
Bendeniz de aile fertleriyle birlikte oturup kah çekirdekler kah karadutlu dondurmalarla yarışmayı takip ettim. Müzik türüyle olan duygusal bağdan ötürü Slovakya'yı desteklesem de yarı finalde elendiler yazık oldu. (Tamam çok matah bir metal parçası değildi ama Lordi'den daha iyilerdi bariz, buradan dinleyebilirsiniz)
İsveç birinci, Rus nineler ikinci, Sırbistan ise üçüncü oldu. Biz de Can Bonobo ile 7. sırada bitirdik.
Bazı ülkeler hakkında yorum yapmak gerekirse:
İsveç: En baştan beri favori. Loona'nın parçası online mecralarda pek popüler. Parça kötü değil ama Summer Dance Hits CD 3 Track 7 tadı var. Yani bir cd'de olsa dinleyip sonradan ismini hatırlamayacağınız bir parça. Aydınlatma ve sahne duruşu iyiydi, ancak dans biraz yengeç dansı kıvamındaydı bir de sonlara doğru gelen dansçı çok mu hantaldı bana mı öyle geldi.
İtalya: Tamam solist imajıyla fazlasıyla Amy Winehouse wannabe'si gibi duruyor ama en kulağa hoş gelen parçalardan biri bence İtalya'ya aitti. Dokuzunculuğu hak etmiyordu, hele sürekli "Çay" diye çığlık atmaktan başka bir şey yapmayan soliste sahip Arnavutluk'un beşinci olduğunu düşünürsek.
Rusya: Nineler sevimliydi de ikincilik, yani... Bir çeşit Lordi etkisi, yarışmayla dalga geçenlerin tepki oylarıyla (dalga geçiyorsun ama baştan sonra izleyip bir de sms atıyorsun tepkilim, o da bir tuhaf neyse) nineler ikinciliği göğüsledi. En ufak tefek olanı çok şirindi bu arada, mıncırasım geldi.
Kıbrıs ve Yunanistan: Seksi mini etekli kız ve oynak şarkı formülü bu sene epey bir çuvalladı iki ülkenin de. Gene de Kıbrısın çok gerilerde kalmasına şaşırdım açıkçası. Solisti bence sahnedeki en çekici kişiydi, daha fazla oy alır diyordum. (1993'lüymüş ağlamak istiyorum) Yunanistan'ın solisti de Hadise'nin değişik bir versiyonuydu adeta.
İrlanda: Benim için Eurovision 2012'nin en büyük sürprizi bu adamların 19. olup tam 46 puan alması. C-3PO ile Doctor Who karakterleri arasında kalmış ikiz kardeşlerin gerek şarkısı gerek tarzları faciaydı. Şunlar 19. olup da İzlanda 20, Danimarka 23. olunca sinir oluyorum tabii.
Arnavutluk: Bağırmak güzel şarkı söylemek değildir. Kadın "çay" diye bağırdı bağırdı, kafam şişti. Bir de beşinci oldu. Ayrıca saç modeli çok korkunçtu.
Yazık olanlar: Nakaratı sıradandı ama İzlanda'nın parçası bence güzeldi, en azından iki oynak ritm bir mini etekli kız formülüyle hazırlanmamıştı. Vokaller, yaylıların kullanımı güzeldi, ama İrlanda ile aynı puanı aldı. Asıl beni şaşırtan ise Danimarka'nın sondan dördüncü olmasıydı. Bağımsız indie film soundtracki olabilecek bir parça ile katıldılar, tam kız hayatında yeni bir sayfa açmak için trene binecekken esas oğlanın yetiştiği sahneye gidebilecek bir müziği vardı, klişeydi ama o kadar da kötü değildi canım. Bir de Duran Duran etkileşimli parçalarıyla Macaristan beklediğimden daha gerilerdeydi, ya da ben çok retroyum.
Yazık oldudan ziyade çok şaşırdığım bir ülke de Norveç. Justin Timberlake özentisi solistiyle açıkçası ilk 10'a gireceklerini düşünüyordum, çok şaşırdım sonuncu olduklarında.)
Türkiye: Şarkıyı baştan beri sevmedim, koreografiyi de beğenmedim. Özellikle de dansçıların ve Can Bonobo'nun siyah-gri tonlarında giyinmesi çok olumsuz bir etkiydi. Sadece "haydeee" kısmını yarı finalden daha güzel yaptı, bir de tabii gemi oluşturmaları hoş bir detay. Ama "Ah bir zengin olsam" kopyası bir parça, sahne duruşu da matah sayılmaz; üstüne de jüri sistemiyle SMS'ten aldığımız oyların etkisinin azalması bizi yedinci yaptı. İlerleyen yıllarda çok iyi bir şeyler yapmazsak artık bu civarlarda sıralamada yer buluruz gibi.
Puanlar ve Komşular: Hepimiz Almanya'dan sekiz puan gelince şok olduk değil mi? Eh artık oyların %50'si jüriden %50'si SMS'ten geliyor. Ondan geçen yıllara göre sıkı bir oy kaybımız olduğu açıktı.
Tabii bu yarışmayı anlatırken Bülent Özveren'i de anmak olmaz. Her zamanki gibi komşular edebiyatı yapmayı sürdürdü. Ancak baltık ülkeleri komşulara verirken pek kızan Bülent abimiz, nedense Azerbaycan bize 12, biz onlara 12 puan verdiğimizde pek seviniyor ve yorum yapmıyor.
Aklımda kalan başka detaylar Azerbaycan'ın solistinin korkunç dudak silikonları, Makedonya'nın solistinin emniyetten fırlamış ya da birazdan iş görüşmesine gidecekmiş gibi giyinmesi, Loreen'in kahkülleri ve Lordi'nin puanları verdiği an. Bir de yazık oldu koskoca Engelbert Humperdinck'e; pek beyfendi adam.
Azerbeycan epey sıkı uğraşmış, organizasyon güzeldi. Üç tane gökdelenleri var bir de. Sürekli tanıtımda onlar vardı. Çekecek pek bir şey olmayınca iş zor.
Rus ninelerin başarısından sonra açıkçası seneye de biz de Falım reklamında "Uuuu" diye bağıran dedelere türkü söyleterek en azından ilk üçe gireriz diye düşünüyorum.
Öyle ki sözlüklerde ve twitter'da sayfalarca yazı ve yorum yazıldı, maçlar haricinde bir olayda bu boyutta online bir ilgi pek hatırlamıyorum.
Bendeniz de aile fertleriyle birlikte oturup kah çekirdekler kah karadutlu dondurmalarla yarışmayı takip ettim. Müzik türüyle olan duygusal bağdan ötürü Slovakya'yı desteklesem de yarı finalde elendiler yazık oldu. (Tamam çok matah bir metal parçası değildi ama Lordi'den daha iyilerdi bariz, buradan dinleyebilirsiniz)
İsveç birinci, Rus nineler ikinci, Sırbistan ise üçüncü oldu. Biz de Can Bonobo ile 7. sırada bitirdik.
Bazı ülkeler hakkında yorum yapmak gerekirse:
İsveç: En baştan beri favori. Loona'nın parçası online mecralarda pek popüler. Parça kötü değil ama Summer Dance Hits CD 3 Track 7 tadı var. Yani bir cd'de olsa dinleyip sonradan ismini hatırlamayacağınız bir parça. Aydınlatma ve sahne duruşu iyiydi, ancak dans biraz yengeç dansı kıvamındaydı bir de sonlara doğru gelen dansçı çok mu hantaldı bana mı öyle geldi.
İtalya: Tamam solist imajıyla fazlasıyla Amy Winehouse wannabe'si gibi duruyor ama en kulağa hoş gelen parçalardan biri bence İtalya'ya aitti. Dokuzunculuğu hak etmiyordu, hele sürekli "Çay" diye çığlık atmaktan başka bir şey yapmayan soliste sahip Arnavutluk'un beşinci olduğunu düşünürsek.
Rusya: Nineler sevimliydi de ikincilik, yani... Bir çeşit Lordi etkisi, yarışmayla dalga geçenlerin tepki oylarıyla (dalga geçiyorsun ama baştan sonra izleyip bir de sms atıyorsun tepkilim, o da bir tuhaf neyse) nineler ikinciliği göğüsledi. En ufak tefek olanı çok şirindi bu arada, mıncırasım geldi.
Kıbrıs ve Yunanistan: Seksi mini etekli kız ve oynak şarkı formülü bu sene epey bir çuvalladı iki ülkenin de. Gene de Kıbrısın çok gerilerde kalmasına şaşırdım açıkçası. Solisti bence sahnedeki en çekici kişiydi, daha fazla oy alır diyordum. (1993'lüymüş ağlamak istiyorum) Yunanistan'ın solisti de Hadise'nin değişik bir versiyonuydu adeta.
İrlanda: Benim için Eurovision 2012'nin en büyük sürprizi bu adamların 19. olup tam 46 puan alması. C-3PO ile Doctor Who karakterleri arasında kalmış ikiz kardeşlerin gerek şarkısı gerek tarzları faciaydı. Şunlar 19. olup da İzlanda 20, Danimarka 23. olunca sinir oluyorum tabii.
Arnavutluk: Bağırmak güzel şarkı söylemek değildir. Kadın "çay" diye bağırdı bağırdı, kafam şişti. Bir de beşinci oldu. Ayrıca saç modeli çok korkunçtu.
Yazık olanlar: Nakaratı sıradandı ama İzlanda'nın parçası bence güzeldi, en azından iki oynak ritm bir mini etekli kız formülüyle hazırlanmamıştı. Vokaller, yaylıların kullanımı güzeldi, ama İrlanda ile aynı puanı aldı. Asıl beni şaşırtan ise Danimarka'nın sondan dördüncü olmasıydı. Bağımsız indie film soundtracki olabilecek bir parça ile katıldılar, tam kız hayatında yeni bir sayfa açmak için trene binecekken esas oğlanın yetiştiği sahneye gidebilecek bir müziği vardı, klişeydi ama o kadar da kötü değildi canım. Bir de Duran Duran etkileşimli parçalarıyla Macaristan beklediğimden daha gerilerdeydi, ya da ben çok retroyum.
Yazık oldudan ziyade çok şaşırdığım bir ülke de Norveç. Justin Timberlake özentisi solistiyle açıkçası ilk 10'a gireceklerini düşünüyordum, çok şaşırdım sonuncu olduklarında.)
Türkiye: Şarkıyı baştan beri sevmedim, koreografiyi de beğenmedim. Özellikle de dansçıların ve Can Bonobo'nun siyah-gri tonlarında giyinmesi çok olumsuz bir etkiydi. Sadece "haydeee" kısmını yarı finalden daha güzel yaptı, bir de tabii gemi oluşturmaları hoş bir detay. Ama "Ah bir zengin olsam" kopyası bir parça, sahne duruşu da matah sayılmaz; üstüne de jüri sistemiyle SMS'ten aldığımız oyların etkisinin azalması bizi yedinci yaptı. İlerleyen yıllarda çok iyi bir şeyler yapmazsak artık bu civarlarda sıralamada yer buluruz gibi.
Puanlar ve Komşular: Hepimiz Almanya'dan sekiz puan gelince şok olduk değil mi? Eh artık oyların %50'si jüriden %50'si SMS'ten geliyor. Ondan geçen yıllara göre sıkı bir oy kaybımız olduğu açıktı.
Tabii bu yarışmayı anlatırken Bülent Özveren'i de anmak olmaz. Her zamanki gibi komşular edebiyatı yapmayı sürdürdü. Ancak baltık ülkeleri komşulara verirken pek kızan Bülent abimiz, nedense Azerbaycan bize 12, biz onlara 12 puan verdiğimizde pek seviniyor ve yorum yapmıyor.
Aklımda kalan başka detaylar Azerbaycan'ın solistinin korkunç dudak silikonları, Makedonya'nın solistinin emniyetten fırlamış ya da birazdan iş görüşmesine gidecekmiş gibi giyinmesi, Loreen'in kahkülleri ve Lordi'nin puanları verdiği an. Bir de yazık oldu koskoca Engelbert Humperdinck'e; pek beyfendi adam.
Azerbeycan epey sıkı uğraşmış, organizasyon güzeldi. Üç tane gökdelenleri var bir de. Sürekli tanıtımda onlar vardı. Çekecek pek bir şey olmayınca iş zor.
Rus ninelerin başarısından sonra açıkçası seneye de biz de Falım reklamında "Uuuu" diye bağıran dedelere türkü söyleterek en azından ilk üçe gireriz diye düşünüyorum.
24 Mayıs 2012 Perşembe
7 Şarkı // Vol. II
İlk listeden sonra bakalım bu haftanın en favori şarkıları menümde neler var:
1- Ellie Goulding // Lights (Bassnectar Remix)
Elektronik müzik mecrasında son zamanlardaki takıntım. Müthiş bir remix, klibini beğenmiyorum; ama parça müthiş. (Ondan da klibi koymadım zaten)
"So I tell myself that I'll be strong, and dreaming when they're gone."
2- Foo Fighters // The Pretender
Geçenlerde denk geldi, severdim ama bu parçaya da bu hafta epey bir taktım. Klip de süper, Dave Grohl iyidir. Yalnız davulcusu da backvokal yapıyor, sanırsam Grohl'e bir şey olursa bu sefer o bir grup kurup ünlü olacak.
"I'm the face that you have to face, mirrored in your stare."
3- David Bowie // I'm Afraid of Americans (feat Nine Inch Nails)
Hem son zamanlardaki en iyi dizi, hem de her bölüm muhakkak en az bir adet müthiş parça içeren bölümlere sahip Person of Interest. Bu parçayı da yanlış hatırlamıyorsam finalden bir önceki bölümde keşfettim, üstüne bir de Nine Inch Nails faktörü var.
"Johnny's in America, no tricks at the wheel. No one needs anyone, they don't even just pretend."
4- Angus & Julia Stone // I'm Not Yours
Pek dramatik ve de pek sevimli bir klibi var. Çok alakası olmasa da nedense Sia - Breath Me tadı aldım parçadan. Güzel işte.
"I'm not yours anymore."
5- Max Richter // Infra 5
Max Richter hakkında bir yazı yazmıştım geçenlerde. Bu parçası son albümü Infra'dan, ve en beğendiğim.
6- Metallica // Until It Sleeps
Bugün epey süre sonra Load'u dinledim ve fark ettim ki en çok özlediğim parça buymuş. Zaten her daim en sevdiğim Metallica parçalarından biri oldu. 1996'da çekilmiş; hala harika bir videosu var, şarkı zaten ayrı bir şey. James Hetfield'ın vokalini en sevdiğim albüm tartışmasız Load.
"I'll tear me open, make you gone, no more can you hurt anyone.
And the fear still shakes me, so hold me until it sleeps."
7- Massive Attack // Dissolved Girl
House M.D. finalinin de etkisiyle Massive Attack'tan seçtim yedinci parçayı ama sadece jenerik müziği olan Teardrop yerine küçük bir değişiklik yaptım. Bu parça The Matrix'te de yer almıştı. (Enki Bilal'in Immortel (Ad Vitam)'ından görüntülerin olduğu videoyu seçtim, hoş bir filmdi bu konusu da çekiciydi (Mısır mitolojisi, fütüristik ortamlar vs); bir ara hakkında yazılası)
"'Cause it feels like I've been here before. You're not my saviour, but I still don't go."
22 Mayıs 2012 Salı
Rise of the Planet of the Apes
Öncelikle filmin ismi beni Türkçe dersine götürüyor, konu da zincirleme isim tamlaması.
Esas konuya geri dönersek, 2011 yapımı bu filmi geçtiğimiz haftasonu izleme şansı buldum ve oldukça beğendim.
Star Wars Episode I: The Phantom Menace'ın yayınlamasıyla prequel furyası aldı başını yürüdü. Bu film de meşhur Planet of the Apes'in (Maymunlar Cehennemi) öncesini anlatıyor.
İlk film 1968'te çekilmişti. 2001'de Mark Wahlberg ve Helena Bonham Carter'ın başrolünde olduğu yeni bir versiyonu çekildi; ancak oldukça olumsuz eleştiriler aldı.
Hikaye babasını Alzheimer hastalığından kurtarmak isteyen kararlı bir doktorun çevresinde gelişiyor. Bu hastalığı tedavi edecek ilacı ararken maymunlar üzerinde yaptığı deneyler onu çok farklı bir yola götürüyor.
Farklı olanın toplum tarafından dışlanması, zekanın fiziki güçten ziyade yanı sıra sağ kalma ve yönetme mücadelesinde en önemli silah olduğu pek çok yerde vurgulanıyor.
Filmimizin esas karakteri Ceasar isimli bir maymun, annesi üzerinde yapılan deneylerden ötürü türünden daha farklı; insanlardan dahi daha zeki. Bu sebepten ötürü mimik ve tepkileri oldukça insani. Ceasar bilgisayar tarafından oluşturulmuş ama tüm hareketlerine Andy Serkis hayat vermiş. (Kendisi Lord of the Rings'de Gollum'u canlandırıyordu, vücuduna mavi noktalar bağlayıp animasyon karakter yaratmaya epey ısınmış sanki)
Ayrıca Harry Potter serisinde Draco Malfoy'u canlandıran Tom Felton; Draco'dan da sinir bozucu hatta salak bir karakteri oynamış. Büyüyünce de kötü adam olur mu acaba?
Filmin fragmanını izlemek isterseniz:
Esas konuya geri dönersek, 2011 yapımı bu filmi geçtiğimiz haftasonu izleme şansı buldum ve oldukça beğendim.
Star Wars Episode I: The Phantom Menace'ın yayınlamasıyla prequel furyası aldı başını yürüdü. Bu film de meşhur Planet of the Apes'in (Maymunlar Cehennemi) öncesini anlatıyor.
İlk film 1968'te çekilmişti. 2001'de Mark Wahlberg ve Helena Bonham Carter'ın başrolünde olduğu yeni bir versiyonu çekildi; ancak oldukça olumsuz eleştiriler aldı.
Hikaye babasını Alzheimer hastalığından kurtarmak isteyen kararlı bir doktorun çevresinde gelişiyor. Bu hastalığı tedavi edecek ilacı ararken maymunlar üzerinde yaptığı deneyler onu çok farklı bir yola götürüyor.
Farklı olanın toplum tarafından dışlanması, zekanın fiziki güçten ziyade yanı sıra sağ kalma ve yönetme mücadelesinde en önemli silah olduğu pek çok yerde vurgulanıyor.
Filmimizin esas karakteri Ceasar isimli bir maymun, annesi üzerinde yapılan deneylerden ötürü türünden daha farklı; insanlardan dahi daha zeki. Bu sebepten ötürü mimik ve tepkileri oldukça insani. Ceasar bilgisayar tarafından oluşturulmuş ama tüm hareketlerine Andy Serkis hayat vermiş. (Kendisi Lord of the Rings'de Gollum'u canlandırıyordu, vücuduna mavi noktalar bağlayıp animasyon karakter yaratmaya epey ısınmış sanki)
Ayrıca Harry Potter serisinde Draco Malfoy'u canlandıran Tom Felton; Draco'dan da sinir bozucu hatta salak bir karakteri oynamış. Büyüyünce de kötü adam olur mu acaba?
Filmin fragmanını izlemek isterseniz:
David Eddings // Elenium & Tamuli Serileri
Siz de Türkiye sınırları içindeki herhangi bir kitap evindeki küçücük “Fantastik-Bilimkurgu” reyonu önünde artık sırasını ezberlediği kitaplar arasında “Acaba yeni bir şey var mı?” diye dolaşanlardan biri misiniz? Güzel. Kitaplarımı düzenlerken uzun süredir denk gelmediğim ve çok sevdiğim bir seriye denk geldim. Eğer daha önce okumadıysanız emin olun güzel bir şeyle tanışacaksınız.
Mevzubahis seri Amerikalı yazar David Eddings’in Elenium ve Tamuli Üçlemesi, kronolojik sırayla belirtmek gerekirse:
Elenium Serisi: Elmas Taht, Yakut Şövalye ve Safir Taht.
Tamuli Serisi: Ateş Kuleleri, Parıldayan İnsanlar ve Saklı Şehir.
Kısaca bilgi verelim; baş karakterimiz Sparhawk Pandion isimli bir tarikatın şövalyesi. Kendisi ayrıca Elenia kraliçesi Ehlena’nın koruyucusu ve öğretmeni. Hikaye yıllarca süren sürgünden sonra ülkesine dönen Sparhawk’ın Elenia kraliçesinin karanlık güçler tarafından ölüme mahkum edildiğini öğrenir ve onu tekrar iyileştirebilmenin tek yolu efsanelerde sonsuz güç kaynağı olarak bahsedilen mücevher Bhelliom’u bulmaktır. Bu görev için birbirleri arasında çatışma bulunan diğer şövalye tarikatları da kendi şampiyonlarını yollar ve bu ekip kraliçeyi iyileştirmek için yola çıkar. Elbette bu yol sayısız tuzak ve tehlikeli düşmanlarla doludur.
Tadınızı kaçırmamak için daha fazla detay vermeyeceğim ancak bu seride hem bir fantastik seriye göre son derece eğlenceli renkli karakterler karşınıza çıkacak. Ayrıca kitapta şövalyelerin memleketleri Avrupa’daki ülke ve kültürlere göndermede bulunuyor.
Bunun dışında özellikle Kilise ile ilgili bölümlerde incelikli katolik kilisesi ve din adamların açgözlülükleri eleştirilirken bir yandan da özellikle Styric denen ırkın mensuplarının olduğu bölümlerde paganik gelenekleri de inceleme fırsatı buluyoruz.
Seri bir kraliçenin hayatını kurtarma yolculuğu ile başlayıp sayısız ülke ve maceraya doğru yelken açıyor.
Salt eğlenceli karakterler değil, kitapta mutlaka kendinizi özleştireceğiniz, hatta onlarla hüzünleneceğiniz simalar da mevcut.
Şahsen filmini çekilmesini en çok istediğim seri bu olabilir, hatta karakterleri düşünerek kafamda kurguladığım çeşitli cast listeleri var.
Son olarak baş karakterin ismi dikkatinizi çekmiş olabilir. Ursula K. L Guin’in meşhur serisi Yerdeniz’de (Earthsea) de baş karakterimizin ismi Sparrowhawk idi. Az önce belirttiğim gibi bu serilerin esas oğlanı da şövalye Sparhawk.
Bu göndermenin temel sebebi Eddings ile L Guin’in bir dönem sevgili olması. Ne güzel bir sevgi gösterme şekli! Hoş bir çiftmişler kanaatimce.
Seriyi beğeneceğinizi umuyor ve şimdiden iyi okumalar diliyorum.
21 Mayıs 2012 Pazartesi
007 geri dönüyor // Skyfall ilk fragman
Öncelikle başta Sean Connery sonra da Pierce Brosnan, Bond-severi olarak Daniel Craig hala ısınamadığım bir isim, doğruya doğru.
Ama hakkını vermek lazım özellikle Quantum of Solace'ta gerçekten iyiydi.
Yeni filmimizin ismi Skyfall. Sorgu sahnesi özellikle hoşuma gitti.
Ayrıca orada bir Ralph Fiennes and Judi Dench gördüm sanki? Yüzünde efekt ya da makyajlar olmadan Fiennes'ı adam gibi bir soğuk ve kötü adam rolünde görmek istiyorum şahsen. Bu arada fragmanda sanırım görünmedi ama kadroda Javier Bardem de var.
Malumunuz pek büyük yaygara kopartıldı ülkemizdeki çekimler için, ancak fragmanda pek bir iz yoktu.
Genel olarak fragmanı beğendim, film 2 Kasım 2012'de gösterime giriyor.
Ama hakkını vermek lazım özellikle Quantum of Solace'ta gerçekten iyiydi.
Yeni filmimizin ismi Skyfall. Sorgu sahnesi özellikle hoşuma gitti.
Ayrıca orada bir Ralph Fiennes and Judi Dench gördüm sanki? Yüzünde efekt ya da makyajlar olmadan Fiennes'ı adam gibi bir soğuk ve kötü adam rolünde görmek istiyorum şahsen. Bu arada fragmanda sanırım görünmedi ama kadroda Javier Bardem de var.
Malumunuz pek büyük yaygara kopartıldı ülkemizdeki çekimler için, ancak fragmanda pek bir iz yoktu.
Genel olarak fragmanı beğendim, film 2 Kasım 2012'de gösterime giriyor.
20 Mayıs 2012 Pazar
38. Satürn Ödülleri
Oscar'ı, Baftası, Altın Palmiyesi ya da iguanası bir yana benim için Satürn ödülleri en güzel ve "adil" ödüller, zira bu törende "gönüllerin birincisi" kişi ve yapımlar hak ettikleri ödülleri alıyor ve ben de mutlu oluyorum!
1972 yılından beri özellikle de Oscar ödül törenlerinde ısrarla göz ardı edilen bilimkurgu, fantastik, korku ve aksiyon türlerinde yapımlar bu organizasyonda ödüllendirilir. Örneklendirmek gerekirse Matrix, Fight Club ya da Inception gibi filmler Oscar'da olduğu gibi ses kurgusu, vb bir ya da iki teknik kategoride aday gösterilip/ödül verilip göz ardı edilmez. (Tamam Inception'ın başka adaylıkları da vardı ama Nolan'ı yönetmenliğe aday göstermeye bile tenezzül etmemişlerdi, hala sinir oluyorum)
Ayrıca eğer yukarıda bahsi geçen türleri seviyorsanız önceki yılın adayları inceleyerek daha önce izlemediğiniz güzel filmler bulabilirsiniz.
Yıllardır ısrarla Emmy ödüllerinde gözardı edilen Fringe, Battlestar Galactica bu törende mutlaka ödüllendirilir. Mesela sevgili Waler Bishop'ı canlandıran John Noble bu sene de en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında aday. (Şu adamın "yardımcı" oyuncu olmasını asla kabul edemiyorum) Ek olarak kesinlikle Satürn Ödül Komitesinin Edward James Olmos fetişi var, herhangi bir yapımda varlığı onu aday yapmaya yeter. (Haksız da değiller)
Ödüller 20 Haziran'da sahiplerini bulacak(mış).
Özellikle ilgimi çeken kategoriler ve adaylar hakkında bir kaç yorumum olacak:
(tüm adaylıkları buradan görebilirsiniz)
EN İYİ BİLİMKURGU FİLMİ:
THE ADJUSTMENT BUREAU (Universal)
CAPTAIN AMERICA: THE FIRST AVENGER (Paramount/Marvel)
LIMITLESS (Relativity Media)
RISE OF THE PLANET OF THE APES (20th Century Fox)
SUPER 8 (Paramount)
X-MEN: FIRST CLASS (20th Century Fox)
(Rise of the Planet of the Apes gayet iyi bir filmdi ama X Men: First Class, Marvel filmleri içinde kesinlikle en iyisi; daha doğrusu The Avengers gösterime girene kadar öyleydi. Captain America başarılıydı ama bu iki yapıma kafa tutacak kadar değil)
HUGO (Paramount)
IMMORTALS (Relativity Media)
MIDNIGHT IN PARIS (Sony Pictures Classics)
THE MUPPETS (Walt Disney Studios)
THOR (Paramount/Marvel)
(Deathly Hallows Part 2 güzel filmdi ama doğruya doğru hiçbir Harry Potter filminin kitap uyarlaması bana yeterli güzellikte gelmedi, ki bunda gerçekten uyuzluk yapmıyorum. Sefil Immortals'a ödül verilmesin istiyorum. Akıl karı olan ödülün Hugo'ya gitmesi.)
EN İYİ ERKEK OYUNCU (FİLM)
ANTONIO BANDERAS
The Skin I Live In (Sony Pictures Classics)
DOMINIC COOPER
The Devil’s Double (Lionsgate)
TOM CRUISE
Mission Impossible: Ghost Protocol (Paramount)
CHRIS EVANS
Captain America: The First Avenger (Paramount/Marvel)
BEN KINGSLEY
Hugo (Paramount)
MICHAEL SHANNON
Take Shelter (Sony Pictures Classics)
EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU (FİLM)
RALPH FIENNES
Harry Potter & the Deathly Hallows: Part 2 (Warner Bros.)
HARRISON FORD
Cowboys and Aliens (Universal)
TOM HIDDLESTON
Thor (Paramount/Marvel)
ALAN RICKMAN
Harry Potter & the Deathly Hallows: Part 2 (Warner Bros.)
ANDY SERKIS
Rise of the Planet of the Apes (20th Century Fox)
STANLEY TUCCI
Captain America: The First Avenger (Paramount/Marvel)
EN İYİ DİZİ (NETWORK)
FRINGE (FOX)
A GIFTED MAN (CBS)
GRIMM (NBC)
ONCE UPON A TIME (ABC)
SUPERNATURAL (CW)
TERRA NOVA (Fox)
(Fringe elbette gönlümün birincisi ama bu sene Once Upon A Time farklı bir soluk getirdi ve oldukça da başarılı oldu. Terra Nova'nın orada ne işi var anlamadım)
EN İYİ ERKEK OYUNCU (TV)
1972 yılından beri özellikle de Oscar ödül törenlerinde ısrarla göz ardı edilen bilimkurgu, fantastik, korku ve aksiyon türlerinde yapımlar bu organizasyonda ödüllendirilir. Örneklendirmek gerekirse Matrix, Fight Club ya da Inception gibi filmler Oscar'da olduğu gibi ses kurgusu, vb bir ya da iki teknik kategoride aday gösterilip/ödül verilip göz ardı edilmez. (Tamam Inception'ın başka adaylıkları da vardı ama Nolan'ı yönetmenliğe aday göstermeye bile tenezzül etmemişlerdi, hala sinir oluyorum)
Ayrıca eğer yukarıda bahsi geçen türleri seviyorsanız önceki yılın adayları inceleyerek daha önce izlemediğiniz güzel filmler bulabilirsiniz.
Yıllardır ısrarla Emmy ödüllerinde gözardı edilen Fringe, Battlestar Galactica bu törende mutlaka ödüllendirilir. Mesela sevgili Waler Bishop'ı canlandıran John Noble bu sene de en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında aday. (Şu adamın "yardımcı" oyuncu olmasını asla kabul edemiyorum) Ek olarak kesinlikle Satürn Ödül Komitesinin Edward James Olmos fetişi var, herhangi bir yapımda varlığı onu aday yapmaya yeter. (Haksız da değiller)
Ödüller 20 Haziran'da sahiplerini bulacak(mış).
Özellikle ilgimi çeken kategoriler ve adaylar hakkında bir kaç yorumum olacak:
(tüm adaylıkları buradan görebilirsiniz)
EN İYİ BİLİMKURGU FİLMİ:
THE ADJUSTMENT BUREAU (Universal)
CAPTAIN AMERICA: THE FIRST AVENGER (Paramount/Marvel)
LIMITLESS (Relativity Media)
RISE OF THE PLANET OF THE APES (20th Century Fox)
SUPER 8 (Paramount)
X-MEN: FIRST CLASS (20th Century Fox)
(Rise of the Planet of the Apes gayet iyi bir filmdi ama X Men: First Class, Marvel filmleri içinde kesinlikle en iyisi; daha doğrusu The Avengers gösterime girene kadar öyleydi. Captain America başarılıydı ama bu iki yapıma kafa tutacak kadar değil)
EN İYİ FANTASTİK FİLM:
HARRY POTTER & THE DEATHLY HALLOWS: PART 2 (Warner Bros.)HUGO (Paramount)
IMMORTALS (Relativity Media)
MIDNIGHT IN PARIS (Sony Pictures Classics)
THE MUPPETS (Walt Disney Studios)
THOR (Paramount/Marvel)
(Deathly Hallows Part 2 güzel filmdi ama doğruya doğru hiçbir Harry Potter filminin kitap uyarlaması bana yeterli güzellikte gelmedi, ki bunda gerçekten uyuzluk yapmıyorum. Sefil Immortals'a ödül verilmesin istiyorum. Akıl karı olan ödülün Hugo'ya gitmesi.)
EN İYİ ERKEK OYUNCU (FİLM)
ANTONIO BANDERAS
The Skin I Live In (Sony Pictures Classics)
DOMINIC COOPER
The Devil’s Double (Lionsgate)
TOM CRUISE
Mission Impossible: Ghost Protocol (Paramount)
CHRIS EVANS
Captain America: The First Avenger (Paramount/Marvel)
BEN KINGSLEY
Hugo (Paramount)
MICHAEL SHANNON
Take Shelter (Sony Pictures Classics)
(Şu kategoriye Michael Fassbender ve Magneto'yu koymadığınız için sizi kınıyorum Satürn Ödülleri insanları. Antonio Banderas ve korkunç filmi de kazanamasın istiyorum. Chris Evans bence Kaptan Amerika rolünde çok başarılıydı ama çok parlak çocuktu, ondan olmaz muhtemelen. Ben Kingsley alır.)
RALPH FIENNES
Harry Potter & the Deathly Hallows: Part 2 (Warner Bros.)
HARRISON FORD
Cowboys and Aliens (Universal)
TOM HIDDLESTON
Thor (Paramount/Marvel)
ALAN RICKMAN
Harry Potter & the Deathly Hallows: Part 2 (Warner Bros.)
ANDY SERKIS
Rise of the Planet of the Apes (20th Century Fox)
STANLEY TUCCI
Captain America: The First Avenger (Paramount/Marvel)
(Adayların güzelliğe bak. Fiennes, Rickman, Ford babalar kontenjanında. Andy Serkis orasına burasına yuvarlak noktalar yerleştirip animasyon karakterlere hayat verme işinde kompetan olmuş durumda. [Planet of Apes'te akıllı maymun Sezar kendisiydi] Ama bence bu veteran kadroyu Tom Hiddleston müthiş Loki canlandırmasıyla geride bırakacak)
FRINGE (FOX)
A GIFTED MAN (CBS)
GRIMM (NBC)
ONCE UPON A TIME (ABC)
SUPERNATURAL (CW)
TERRA NOVA (Fox)
(Fringe elbette gönlümün birincisi ama bu sene Once Upon A Time farklı bir soluk getirdi ve oldukça da başarılı oldu. Terra Nova'nın orada ne işi var anlamadım)
EN İYİ ERKEK OYUNCU (TV)
SEAN BEAN
Game of Thrones (HBO)
BRYAN CRANSTON
Breaking Bad (AMC)
MICHAEL C. HALL
Dexter (Showtime)
TIMOTHY HUTTON
Leverage (TNT)
DYLAN MCDERMOTT
American Horror Story (F/X)
NOAH WYLIE
Falling Skies (TNT)
(Tabii ki gönüllerin kralı pek sevgili Lord Stark yani Sean Bean ödülün sahibi olmalı. Nur içinde yatsın)
EN İYİ ERKEK OYUNCU (TV)
GIANCARLO ESPOSITO
Breaking Bad (AMC)
KIT HARINGTON
Game of Thrones (HBO)
JOEL KINNAMAN
The Killing (AMC)
JOHN NOBLE
Fringe (Fox)
AARON PAUL
Breaking Bad (AMC)
BILL PULLMAN
Torchwood: Miracle Day (Starz)
NORMAN REEDUS
The Walking Dead (AMC)
(Go Walter go, yani John Noble. Ancak adaylar içinde Tyrion Lannister'ı canlandıran Peter Dinklage olmaması ilginç. Onun yerine Kit Harington yani Jon Snow aday)
19 Mayıs 2012 Cumartesi
Prometheus'u beklerken
2012'nin en güzel yanlarından biri bu yıl içinde zevkime uygun filmin vizyona girmiş ya da girecek olması. The Avengers'ı resmen gün sayarak bekledik ve sonuç gerçekten harikaydı. Bir ara gene izlemek lazım.
Peki sırada ne var? 1 Haziran 2012'de bu yılın en önemli filmlerinden biri bizle buluşuyor. Çok uzun süredir bilimkurguya ara vermiş olan Ridley Scott (1979-Alien, 1982-Bladerunner) sonunda bombayı patlatmaya karar verdi ve bir Alien prequel'i çekti. Fragmanlardan görüldüğü kadarıyla çekince de tam çekmiş.
Başta Immortals olmak üzere pek çok muhteşem fragmanlı vasat film faciası hatırlıyoruz elbette. Ama belki iyimserlik yapıyorum ama şahsen çok iyi bir film bekliyorum. Gerek görüntüler, gerek müzik ve en önemlisi oyunculuk bol yaldızlı fos film kabilesine Prometheus'un dahil olmayacağını hissettiriyor.
Hatta buyrunuz bir adet fragmanını izleyelim:
Umarım bu lafımı yemem. Ancak kişisel olarak konuşmak gerekirse fragmanlardaki kareler beni heyecanlandırdı. Ayrıca müzik kullanımları çok başarılıydı. İlk müzikleri dinlediğimde "Inception" ile artık karakteristikleşen Hans Zimmer tonları olduğunu düşünsem de (Zaten kendisi
Ridley Scott 'un en favori müzisyeni bu konuda) Prometheus OST; Zimmer'in öğrencisi Marc Streitenfeld ve Kingdom of Heaven, The Chronicles of Narnia soundtrack ile hatırlayacağımız Harry Gregson-Williams imzası taşıyor.
X-Men First Class'ta Magneto rolünde keşfettiğim ve o günden beri ilgiyle, sevgiyle takip ettiğim Michael Fassbender (itiraf ediyorum muhtemelen ilk kez Magneto olarak dikkatimi çekmeseydi bu kadar ilgiyle takip etmeyecektim; rolün cazibesi de var) 2011 itibariyle giderek ivmesi artan yükselişini sürdürüyor ve başta Scott olmak üzere pek çok önemli isimle el sıkılmış durumda. Prometheus'ta da kendisini David isimli bir humanoid olarak izleyeceğiz.
Birazdan izleyeceğiniz video, David 8 modelinin reklamı bir viral çalışma. Sırf bir kaç dakikalık bu videoda bile Fassbender'ın oyunculuğuna hayran oldum (adam resmen robot olmuş). Belki henüz A.I konusunda "hayal edilen" noktada değiliz ama bizim de kendi ürettiğimiz humanoidleri geliştirdiğimizi düşünürsek;Terminator ya da Battlestar Galactica'nın boşuna çekilmediği gerçeğiyle bir kere daha yüzleşiyoruz.
Ayrıca Ridley Scott Blade Runner 2'nin çekimlerine başlayacağını resmen açıkladı. Bu da heyecan verici bir haber. (İçimdeki fesat bit pazarına nur yağdı demek istese de, memnunum tabii hayatımdan)
Ayrıca Ridley Scott Blade Runner 2'nin çekimlerine başlayacağını resmen açıkladı. Bu da heyecan verici bir haber. (İçimdeki fesat bit pazarına nur yağdı demek istese de, memnunum tabii hayatımdan)
Başta belirttiğim gibi filmin gösterim tarihi 1 Haziran yani sadece 12 gün kaldı. Gene bir iş çıkışı cuma sinema seansı beni bekliyor.
Bunun üzerine bir hafta bile beklemeden de sırada Madonna Konseri var.
Haziran güzel geçecek gibi görünüyor.
İç ses: Şu afişteki heykeli Liam Neeson'a benzeten tek insan ben miyim acaba?
İç ses: Şu afişteki heykeli Liam Neeson'a benzeten tek insan ben miyim acaba?
18 Mayıs 2012 Cuma
Person of Interest // Sezon Finali
Tüm diziler birer birer sezon finallerini yaparken sıra Person of Interest'e geldi. Her geçen bölüm biraz daha gelişen kurgusu ve çarpıcı olay örgüleriyle tartışmasız son yılların en iyi yapımı.
Sezon finali gerçekten çok sıkıydı; müthiş ters köşeli kurgularının yanı sıra asıl bölümün son dört dakikası var ki, akıllara zarardı. O kısma birazdan geleceğim.
Benim gibi 24 ve Jack Bauer-severlere ilaç gibi gelmişti POI. İlk bölümlerde gizemli makine ve onun verdiği sosyal güvenlik numaralarına sahip kurbanların John Reese ve Harold Finch işbirliği ile kurtarılışını izledik. Şablonlu yapımlar gibi görünüyordu, her bölüm ikilimiz bir kurbanı kurtarır; hayat sevince güzel falan filan.
Hayır öyle olmadı. Zaten senaristi Jonathan Nolan (Memento ve The Prestige'in senaristi; Christopher Nolan'ın biraderi) olan bir yapımdan bunu beklememek lazımdı zaten. Lokal suç dizisinden giderek daha karmaşık derin devlet hikayeleri, iddialı altmetinler, her bölüm şaşırtan ters köşeler; ve tabii hikayenin gizemli geçmişi derken POI bir çok katmanı olan başka bir "şeye" dönüştü.
Oyuncuların diziye katkısı çok büyük. En başta Lost'ta her daim şov yapan Michael Emerson; gene garip konuşan tuhaf bir karakteri canlandırsa da kendisine baktığınızda Benjamin Linus'ı değil Harold Finch'i görüyorsunuz. The Passion of Christ'tan tanıdığımız Jim Caviezel ise "The man in suit", yani dizimizin esas kahramanı John Reese rolünde tam bir... Koruyucu melek? Yürüyen ve tarayan karizma?
Diziyi izlerken annemin de beğenisini ifade ettiği John Reese; gerek coolluk sembolü tavırları, gerek travmatik geçmişi ve pek tabii pek karizmatik giyimi ile haliyle kadın seyircinin hayranlığını kazanmış durumda. (Gruba dahilim, evet) Bir tek sürekli o seksi kısık sesle konuşmasa daha iyi olacak sanki. Yani hep konuşursa da sorun değil, bununla da yaşayabilirim.
En az dört-beş bölüm oluyor sanki Finch'in sistemine bir kadının sızdığını görmüştük. Angel'da Fred/Illyria rolünden tanıdığımız Amy Acker pek kırılgan ve sevimli görünürken müthiş bir ters köşe ile "Root" olarak karşımıza çıktı. Millet pek beğenmemiş kurguyu, daha ne olsun ki diyorum sadece. Tek eleştirilebilir yanı Elias ters köşesine benzer yapıda olması olabilir. (Kendini kurban gibi gösterip sonra ortaya çıkma) Ama bence boncuk aramaya lüzum yok. Oteldeki kovalamaca sırasında ben gerildim resmen oturduğum yerde.
Ve asıl konu; son dört dakika. Geçtiğimiz bölümlerde Finch'i takip eden Reese onun bir telefon kulubesinden bilgi aldığını görmüştü. Reese'in kameraya dönüp de makineden yardım istemesi, "Evaluating Options", "Continuity of operations compromised" yazılarının çıkışı; ve ahizeyi kaldırışı. Çok hastalıklı ve heyecanlıydı. Bir sonraki sezonu beklemek gerçekten kolay olmayacak. Nereye bağlanıyor o telefon? Ucunda kim var? Of!
Fusco ve Carter'ın da birbirlerinin gizli kimliklerini öğrenmeleri iyi oldu. Özellikle Reese kurtarmaya geldiklerinde ayrıca helal olsun dedim. İkisi de bekar ayrıca, içimdeki Esra Erol kabardı bu gelişmelerden sonra.
John Reese'e de pek yakıştırdığım karizma ablayı bu bölüm görmek de iyi oldu, ama artık bölümün havasından mıdır sürekli başına bir şey gelecek diye gerildim. Tam şarap gibi kadın.
Bir sonraki sezon sanırım geçmiş ve makineyle daha çok ilgileneceğiz. Alcatraz, Terra Nova gibi faciaların yanında Person of Interest tam anlamıyla çöle düşen yağmur gibi. Umarım ilerleyen sezonlarda da bu lezzette başarısını sürdürür.
Sezon finali gerçekten çok sıkıydı; müthiş ters köşeli kurgularının yanı sıra asıl bölümün son dört dakikası var ki, akıllara zarardı. O kısma birazdan geleceğim.
Benim gibi 24 ve Jack Bauer-severlere ilaç gibi gelmişti POI. İlk bölümlerde gizemli makine ve onun verdiği sosyal güvenlik numaralarına sahip kurbanların John Reese ve Harold Finch işbirliği ile kurtarılışını izledik. Şablonlu yapımlar gibi görünüyordu, her bölüm ikilimiz bir kurbanı kurtarır; hayat sevince güzel falan filan.
Hayır öyle olmadı. Zaten senaristi Jonathan Nolan (Memento ve The Prestige'in senaristi; Christopher Nolan'ın biraderi) olan bir yapımdan bunu beklememek lazımdı zaten. Lokal suç dizisinden giderek daha karmaşık derin devlet hikayeleri, iddialı altmetinler, her bölüm şaşırtan ters köşeler; ve tabii hikayenin gizemli geçmişi derken POI bir çok katmanı olan başka bir "şeye" dönüştü.
Oyuncuların diziye katkısı çok büyük. En başta Lost'ta her daim şov yapan Michael Emerson; gene garip konuşan tuhaf bir karakteri canlandırsa da kendisine baktığınızda Benjamin Linus'ı değil Harold Finch'i görüyorsunuz. The Passion of Christ'tan tanıdığımız Jim Caviezel ise "The man in suit", yani dizimizin esas kahramanı John Reese rolünde tam bir... Koruyucu melek? Yürüyen ve tarayan karizma?
Diziyi izlerken annemin de beğenisini ifade ettiği John Reese; gerek coolluk sembolü tavırları, gerek travmatik geçmişi ve pek tabii pek karizmatik giyimi ile haliyle kadın seyircinin hayranlığını kazanmış durumda. (Gruba dahilim, evet) Bir tek sürekli o seksi kısık sesle konuşmasa daha iyi olacak sanki. Yani hep konuşursa da sorun değil, bununla da yaşayabilirim.
En az dört-beş bölüm oluyor sanki Finch'in sistemine bir kadının sızdığını görmüştük. Angel'da Fred/Illyria rolünden tanıdığımız Amy Acker pek kırılgan ve sevimli görünürken müthiş bir ters köşe ile "Root" olarak karşımıza çıktı. Millet pek beğenmemiş kurguyu, daha ne olsun ki diyorum sadece. Tek eleştirilebilir yanı Elias ters köşesine benzer yapıda olması olabilir. (Kendini kurban gibi gösterip sonra ortaya çıkma) Ama bence boncuk aramaya lüzum yok. Oteldeki kovalamaca sırasında ben gerildim resmen oturduğum yerde.
Ve asıl konu; son dört dakika. Geçtiğimiz bölümlerde Finch'i takip eden Reese onun bir telefon kulubesinden bilgi aldığını görmüştü. Reese'in kameraya dönüp de makineden yardım istemesi, "Evaluating Options", "Continuity of operations compromised" yazılarının çıkışı; ve ahizeyi kaldırışı. Çok hastalıklı ve heyecanlıydı. Bir sonraki sezonu beklemek gerçekten kolay olmayacak. Nereye bağlanıyor o telefon? Ucunda kim var? Of!
Fusco ve Carter'ın da birbirlerinin gizli kimliklerini öğrenmeleri iyi oldu. Özellikle Reese kurtarmaya geldiklerinde ayrıca helal olsun dedim. İkisi de bekar ayrıca, içimdeki Esra Erol kabardı bu gelişmelerden sonra.
John Reese'e de pek yakıştırdığım karizma ablayı bu bölüm görmek de iyi oldu, ama artık bölümün havasından mıdır sürekli başına bir şey gelecek diye gerildim. Tam şarap gibi kadın.
Bir sonraki sezon sanırım geçmiş ve makineyle daha çok ilgileneceğiz. Alcatraz, Terra Nova gibi faciaların yanında Person of Interest tam anlamıyla çöle düşen yağmur gibi. Umarım ilerleyen sezonlarda da bu lezzette başarısını sürdürür.
15 Mayıs 2012 Salı
Marduk nerede kaldı?
Malumunuz 2012'de Marduk gelecek, yok kutuplar değişecek, yok elimizden kolumuzdan lazer ışınları çıkacak diye yıllardır sayısız yazı yazıldı, kitaplar basıldı ve olayın gerçekleşeceği düşünülen 21 Aralık 2012'ye aylar kalmışken son bir kaç senedir son süratle yapılan bu kıyamet yorumları birden kesildi.
Kısaca hatırlatalım, şu meşhur Maya takvimi ve kıyamet öyküsü Mayaların iki takvimiyle alakalı: Tzolk'in (260 günlük) ve Haab' (365 günlük). Kabaca anlatmak gerekirse bu iki takvim dönem dönem birbiriyle kesişir, kesişmesi de Mayalar için pek önemli ve kutsal bir gün olarak addedilir.
İşte bu meşhur 21 Aralık 2012'de de iki takvim kesişiyor, sonrasında tanrılar büyük istirahat dönemine çekiliyor ve gümmm! Niye ki?
Ama takvim orada bitiyormuş? Mayaların 11 haneli sayıları da kapsayan zaman birimleri vardır, (1 Alautun = 23.040.000.000 gün eder örneğin) 2012'de neden dursunlar ki; demek ki çok kötü bir şey olacak ki durmuşlar diye yorumlayanlar var. Ben aydınlatayım, o devirde NotePad bile yok paso duvara oyma yapıyorsun, o kadar gelmelerine şükür muhtemelen sonrasını yazmaya sıkıldılar, takvim de orada bitti. Adamlar 3000-4000 yıl sonrasının öngörüsünü yapmış biz üç ay sonrasının pazar yapısını zor ön görüyoruz, biraz fazla yüklenmiyor muyuz sizce üzerlerinde bir tane kasık bağı olan Mayalara?
Ayrıca hadi biraz da mitolojik ukalalık yapayım. Bu iki takvim kesiştikten sonra (2012'de) tanrıların bazı kaynaklarda büyük istirahat dönemine geçeceği, bazı kaynaklarda da Altın Çağ'ın başlayacağı yazar. Ama felaket senaryosu tarzı bir şeye en azından ben hiç denk gelmedim. Özetle aslında insanlığın yeniden aydınlanmasının sembolik bir şekilde anlatımı nasıl oluyor da kıyamet senaryosuna dönüşüyor, anlamak zor.
Bir diğer yandan meşhur Gezegen X mevzusu vardı. Sümer ve Babil kökenli bu hikayede Marduk aslında Jüpiterin bilmemkaç katı kocaman bir gezegen ve bize çarpacak. Ama nedense bu kadar kocaman bir şeyi biz göremiyoruz, neden, çünkü NASA saklıyor. Neden, çünkü dünyada teleskop sadece orada var.
Biraz daha mantık yürüten komplo teorisyenleri gezegenin karanlık maddeden oluştuğunu (vay be) ve birden bize geleceğini söylüyordu. Biraz dediysem, çok birazcık aslında. Tabii burnumuzun dibindeki şeyi ölçecek teknolojimiz yok, ondan anlamıyoruz tabii geldiğini.
Tamam Güneş Sistemi dışında henüz insanlı araçla çıkamıyoruz ama o kadar da kendimizi küçümsemeyelim.
Neyse özetle tarih yaklaşınca kimse saçmalıklarından mahçup olmak istemediği için şimdi haberlerde yeni bir Maya takviminin bulunduğunu ve çok daha ileri yıllardan bahsedildiği geçmeye başladı. Önceden kitapları yazıp paraları cukkaya indirenler şimdi bir kılıf bulmaya çalışıyor belli ki. "İşaretleri yanlış yorumlamışım kıyamet aslında 2058'deydi pardon cnm kib bye".
Neyse yazıyı yazdım, şayet ki 21 Aralık günü gökyüzünde kırmızı kocaman bir küre ya da ellerinden ateşler çıkaran bir post modern Darth Vader görürsek bu yazıyı memnuniyetle yiyecek vaktim dahi olacağını sanmıyorum ama 22 Aralıkta görüşmek üzere diyeyim en iyisi.
Son olarak asıl merak ettiğim 2000 yılı patladı, 2012 patladı; Nostradamus desen sokağa çıkmaya utanır yaşasaydı. Mitolojik de pek bir şey kalmadı üzerine sallamasyon inşa edilebilecek, acaba bir sonraki "kıyamet tarihi" ne olacak?
Ayın 7'sinde olsun istemem, lütfen çift sayılı bir yılda olsun. Şimdiden teşekkürler.
Kısaca hatırlatalım, şu meşhur Maya takvimi ve kıyamet öyküsü Mayaların iki takvimiyle alakalı: Tzolk'in (260 günlük) ve Haab' (365 günlük). Kabaca anlatmak gerekirse bu iki takvim dönem dönem birbiriyle kesişir, kesişmesi de Mayalar için pek önemli ve kutsal bir gün olarak addedilir.
İşte bu meşhur 21 Aralık 2012'de de iki takvim kesişiyor, sonrasında tanrılar büyük istirahat dönemine çekiliyor ve gümmm! Niye ki?
Ama takvim orada bitiyormuş? Mayaların 11 haneli sayıları da kapsayan zaman birimleri vardır, (1 Alautun = 23.040.000.000 gün eder örneğin) 2012'de neden dursunlar ki; demek ki çok kötü bir şey olacak ki durmuşlar diye yorumlayanlar var. Ben aydınlatayım, o devirde NotePad bile yok paso duvara oyma yapıyorsun, o kadar gelmelerine şükür muhtemelen sonrasını yazmaya sıkıldılar, takvim de orada bitti. Adamlar 3000-4000 yıl sonrasının öngörüsünü yapmış biz üç ay sonrasının pazar yapısını zor ön görüyoruz, biraz fazla yüklenmiyor muyuz sizce üzerlerinde bir tane kasık bağı olan Mayalara?
Ayrıca hadi biraz da mitolojik ukalalık yapayım. Bu iki takvim kesiştikten sonra (2012'de) tanrıların bazı kaynaklarda büyük istirahat dönemine geçeceği, bazı kaynaklarda da Altın Çağ'ın başlayacağı yazar. Ama felaket senaryosu tarzı bir şeye en azından ben hiç denk gelmedim. Özetle aslında insanlığın yeniden aydınlanmasının sembolik bir şekilde anlatımı nasıl oluyor da kıyamet senaryosuna dönüşüyor, anlamak zor.
Bir diğer yandan meşhur Gezegen X mevzusu vardı. Sümer ve Babil kökenli bu hikayede Marduk aslında Jüpiterin bilmemkaç katı kocaman bir gezegen ve bize çarpacak. Ama nedense bu kadar kocaman bir şeyi biz göremiyoruz, neden, çünkü NASA saklıyor. Neden, çünkü dünyada teleskop sadece orada var.
Biraz daha mantık yürüten komplo teorisyenleri gezegenin karanlık maddeden oluştuğunu (vay be) ve birden bize geleceğini söylüyordu. Biraz dediysem, çok birazcık aslında. Tabii burnumuzun dibindeki şeyi ölçecek teknolojimiz yok, ondan anlamıyoruz tabii geldiğini.
Tamam Güneş Sistemi dışında henüz insanlı araçla çıkamıyoruz ama o kadar da kendimizi küçümsemeyelim.
Neyse özetle tarih yaklaşınca kimse saçmalıklarından mahçup olmak istemediği için şimdi haberlerde yeni bir Maya takviminin bulunduğunu ve çok daha ileri yıllardan bahsedildiği geçmeye başladı. Önceden kitapları yazıp paraları cukkaya indirenler şimdi bir kılıf bulmaya çalışıyor belli ki. "İşaretleri yanlış yorumlamışım kıyamet aslında 2058'deydi pardon cnm kib bye".
Neyse yazıyı yazdım, şayet ki 21 Aralık günü gökyüzünde kırmızı kocaman bir küre ya da ellerinden ateşler çıkaran bir post modern Darth Vader görürsek bu yazıyı memnuniyetle yiyecek vaktim dahi olacağını sanmıyorum ama 22 Aralıkta görüşmek üzere diyeyim en iyisi.
Son olarak asıl merak ettiğim 2000 yılı patladı, 2012 patladı; Nostradamus desen sokağa çıkmaya utanır yaşasaydı. Mitolojik de pek bir şey kalmadı üzerine sallamasyon inşa edilebilecek, acaba bir sonraki "kıyamet tarihi" ne olacak?
Ayın 7'sinde olsun istemem, lütfen çift sayılı bir yılda olsun. Şimdiden teşekkürler.
Diablo III çıktı!
Sevgili oyunseverlerin 15 Mayıs Diablo bayramını kutluyorum öncelikle. 11 yıllık bekleyişin sonunda oyuna kavuşmanın heyecanı ayrı tabii.
Finallere yakın bir dönemde oyunun satışa sunulması da pek çok bütünleme ve yaz okulu dersini garantiledi muhtemelen.
Taksimde gece satışı için bekleyenler süperdi, bizde de Güney Kore kafası oluşuyor giderek.
Battle.net serverları çökmüş dün haliyle, ya ne olacaktı?
Şu anda bilgisayar başında oynayan, ya da akşam mesai bitip soluğu bilgisayar başında alacak ve büyük bir çoğunluğu erkek olan nüfusa bir kaç tavsiyem olacak:
- Yeme, içme, tuvalet gibi temel ihtiyaçlarınızı gidermeyi unutmayın.
- Çalışıyorsanız izin almanın tam sırası.
- En geç bir iki saatte bir ayağa kalkın, bir dolaşın. (Korelinin teki WOW oynarken öldü hareketsizlikten ama o 48 saat aralıksız oynamıştı yanlış hatırlamıyorsam)
- Kız arkadaşınız varsa, onun hala var olduğunu unutmayın.
- Hava güzel, arada güneşe çıkın; D vitamini faydalı.
- Bu maddeleri sallamayıp oynamaya devam edin.
Finallere yakın bir dönemde oyunun satışa sunulması da pek çok bütünleme ve yaz okulu dersini garantiledi muhtemelen.
Taksimde gece satışı için bekleyenler süperdi, bizde de Güney Kore kafası oluşuyor giderek.
Battle.net serverları çökmüş dün haliyle, ya ne olacaktı?
Şu anda bilgisayar başında oynayan, ya da akşam mesai bitip soluğu bilgisayar başında alacak ve büyük bir çoğunluğu erkek olan nüfusa bir kaç tavsiyem olacak:
- Yeme, içme, tuvalet gibi temel ihtiyaçlarınızı gidermeyi unutmayın.
- Çalışıyorsanız izin almanın tam sırası.
- En geç bir iki saatte bir ayağa kalkın, bir dolaşın. (Korelinin teki WOW oynarken öldü hareketsizlikten ama o 48 saat aralıksız oynamıştı yanlış hatırlamıyorsam)
- Kız arkadaşınız varsa, onun hala var olduğunu unutmayın.
- Hava güzel, arada güneşe çıkın; D vitamini faydalı.
- Bu maddeleri sallamayıp oynamaya devam edin.
14 Mayıs 2012 Pazartesi
Game of Thrones S02E07 // A Man Without Honor
Bodoslama gireceğim ama tüm eski ve yeni tanrılar belanı versin Theon Greyjoy.
Şerefsizlikte Joffrey'e rakip olduğu kesinleşti bu bölümün sonundaki hareketiyle. Ama Stark çocukları bu kadar kolay ölmez, umarım en sonunda kafanı da yerinden sökerler.
Dizinin adı Sansa'nın çilesi olarak da değiştirilebilirmiş, umarım Joffreyden altın saçlı bir ruh hastası doğurmak zorunda kalmaz. Bu Dog isimli eleman nefret mefret diyor ama bence bariz kıza aşık.
Lena Headey giderek oyunculuk konusunda aşıyor, bu hafta hem Sansa hem de Tyrion ile konuştuğu sahneler çok iyiydi. Bana öyle geldi ki Tyrion, Jamie'den olan diğer iki çocuğunun sağlıklı ve normal olduğunu söyledikten sonra ikisi de bir an Joffrey'i nasıl öldüreceklerini düşündüler. Eh haklılar, evlat olsa sevilmez.
Dizide en keyif aldığım bölümler Tywin Lannister vs Arya Stark sahneleri olmaya başladı. Süper bir ikili oldular. Arya giderek gerçek kimliğine dair daha çok açık verse de çok iyi toparlıyor durumu, ateş parçası. Tywin amca bence yemeğini hem kızı çeşnicibaşı olarak kullanmak için hem de nasıl çatal bıçak kullandığını gözlemlemek için verdi Arya'ya. O adamda kanacak göz var mı? Ama sanki durum ortaya çıktığında bile kıza kötülük yapmayacak gibi geliyor, resmen kızın zekası ve cesaretini takdir etti. Diyorum ama, adam Lannister.
Lannister demişken, Jamie bu bölüm bir çeşit ortaçağ antikahramanı olarak karşımıza çıktı. Adama sinir olsam da kendi içinde tutarlı bir karakter. Özellikle Stark yengeye içinde balık kalmamış dediği sahneyi çok tuttum. (Bilmeyenler için Catelyn Stark Tully ailesinden ve sembolleri de balık) Abla dellendi kılıcı kaptı, bakalım ne olacak?
Ve ben mağarada doğdum insanı Xaro Xhoan Daxos'un sihirbazla işbirliği yapıp ejderhaları kaçırdığı ortaya çıktı. Sir Jorah ejderhaları geri alıp bu elemanları da mama yapmalı bence. Ama haliyle Daxos ejderhaları Daenerys'e göstermek için evlenme şartı koşacak, şu maskeli gizemli abla yardım edecek gibi geliyor bakalım.
Bu arada o tüccarlar konseyinin katliam sahnesi çok iyiydi, üzüldüm diyemem. Her biri ayrı şerefsizdi.
Jon Snow'un yabanilerle imtihanı isimli eserimizde bu hafta bir de esir düşen Jon'u hangi yabani kız eş olarak seçecek? Paravan açılıyor. Yazık çocuğa, kıyamam kıpkırmızı oluyor kızıl kız her konuştuğunda.
Bu arada o yabancı kız Robb'a hayırlı değil, ben söyleyeyim. Yalnız pek aşık bakıyordu Robb Stark, Richard Madden güzel oynamış.
Ve Stannis Baratheon King's Landing kapılarına dayanıyor, sonucu merakla bekliyorum.
Kaldı 3 bölüm, şaka gibi!
Şerefsizlikte Joffrey'e rakip olduğu kesinleşti bu bölümün sonundaki hareketiyle. Ama Stark çocukları bu kadar kolay ölmez, umarım en sonunda kafanı da yerinden sökerler.
Dizinin adı Sansa'nın çilesi olarak da değiştirilebilirmiş, umarım Joffreyden altın saçlı bir ruh hastası doğurmak zorunda kalmaz. Bu Dog isimli eleman nefret mefret diyor ama bence bariz kıza aşık.
Lena Headey giderek oyunculuk konusunda aşıyor, bu hafta hem Sansa hem de Tyrion ile konuştuğu sahneler çok iyiydi. Bana öyle geldi ki Tyrion, Jamie'den olan diğer iki çocuğunun sağlıklı ve normal olduğunu söyledikten sonra ikisi de bir an Joffrey'i nasıl öldüreceklerini düşündüler. Eh haklılar, evlat olsa sevilmez.
Dizide en keyif aldığım bölümler Tywin Lannister vs Arya Stark sahneleri olmaya başladı. Süper bir ikili oldular. Arya giderek gerçek kimliğine dair daha çok açık verse de çok iyi toparlıyor durumu, ateş parçası. Tywin amca bence yemeğini hem kızı çeşnicibaşı olarak kullanmak için hem de nasıl çatal bıçak kullandığını gözlemlemek için verdi Arya'ya. O adamda kanacak göz var mı? Ama sanki durum ortaya çıktığında bile kıza kötülük yapmayacak gibi geliyor, resmen kızın zekası ve cesaretini takdir etti. Diyorum ama, adam Lannister.
Lannister demişken, Jamie bu bölüm bir çeşit ortaçağ antikahramanı olarak karşımıza çıktı. Adama sinir olsam da kendi içinde tutarlı bir karakter. Özellikle Stark yengeye içinde balık kalmamış dediği sahneyi çok tuttum. (Bilmeyenler için Catelyn Stark Tully ailesinden ve sembolleri de balık) Abla dellendi kılıcı kaptı, bakalım ne olacak?
Ve ben mağarada doğdum insanı Xaro Xhoan Daxos'un sihirbazla işbirliği yapıp ejderhaları kaçırdığı ortaya çıktı. Sir Jorah ejderhaları geri alıp bu elemanları da mama yapmalı bence. Ama haliyle Daxos ejderhaları Daenerys'e göstermek için evlenme şartı koşacak, şu maskeli gizemli abla yardım edecek gibi geliyor bakalım.
Bu arada o tüccarlar konseyinin katliam sahnesi çok iyiydi, üzüldüm diyemem. Her biri ayrı şerefsizdi.
Jon Snow'un yabanilerle imtihanı isimli eserimizde bu hafta bir de esir düşen Jon'u hangi yabani kız eş olarak seçecek? Paravan açılıyor. Yazık çocuğa, kıyamam kıpkırmızı oluyor kızıl kız her konuştuğunda.
Bu arada o yabancı kız Robb'a hayırlı değil, ben söyleyeyim. Yalnız pek aşık bakıyordu Robb Stark, Richard Madden güzel oynamış.
Ve Stannis Baratheon King's Landing kapılarına dayanıyor, sonucu merakla bekliyorum.
Kaldı 3 bölüm, şaka gibi!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)