3 Temmuz 2013 Çarşamba

Inferno / Cehennem

Yazın Dan Brown okumak iyi bir kafa dağıtma aracı. Son derece akıcı, hızla okunan bölümler; çeşitli gizemli olaylar derken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz.

Pek olumlu başladım ama öyle devam etmeyecek.

The Lost Symbol tam bir düş kırıklığıydı. Özellikle de finali gerçekten çok kötüydü. Ancak bu kadar büyük gizem nedir hırsıyla kitabı bir günde bitirmiştim. Sonuç fos.

Yazarın en sevdiğim kitabı açık ara Angels and Demons. Son derece yaratıcı bir öykü ve müthiş mekan tasvirleri. Da Vinci Code'un çok üstünde.


Tabii şu da bir gerçek Dan Brown yok satmaya başlayınca kitaplarındaki fabrikasyon hava da arttı. Bu biraz da 24 ilk çıktığında inanılmaz heyecanlanarak izlerken ilerki sezonlarda klasik sezon köstebeğini ilk bölümlerde tahmin edebilmemize benziyor. Her şeyin ilki daha cazip, daha heyecanlı.

Bu romanda da güzel ve çekici bir genç kadınımız, (Sidekick olmazsa olmaz buna zaten itirazımız yok), bir adet sanatsal/dinsel/felsefi bir şeylere fena halde takmış bölüm sonu canavarımız, Langdon'un peşindeki katil, ve çeşitli ters köşelerimiz var. Az önce dediğim gibi ters köşeleri bu sefer çok erken tahmin etmek artık yazarın tekniğini iyice kanıksadığımızı gösteriyor.


Daha çok yeni Floransa'ya gitmeme karşın ilk kez bu sefer mekan tasvirleri diğer kitaplar kadar canlı değildi. İnanılmaz çok ayrıntı vardı ama nedense zihnimde eskisi gibi canlı bir şekilde imgelenmiyordu.

Ve evet merakla beklediğimiz konu hikayenin bir kısmı Türkiye'de geçiyor. Yabancı bir yapım izlerken Türk bayrağı görmek ya da Benjamin Linus'un Lost'ta "Turkjche biliyür müsünuz" demesini duymak gibi insan garip bir şekilde seviniyor.

Spoiler vermeyeceğim ama yazın bilhassa zaman geçirirken rahat rahat okuyabilirsiniz. Ama müthiş şeyler beklemeyin, bence kitaptaki büyük sürprizler çok zayıftı. Sadece değindiği konu -nüfus planlaması- oldukça düşündürücü. Hikayenin odağında Dante'nin olması da ilgi çekici.

Son olarak görünen o ki Dan Brown duraklama devrine girmiş iyice, neyse artık bir kaç senede bir yazdan yaza görüşmeye devam ederiz.



2 Temmuz 2013 Salı

Son Derece Kişisel Yazı

Başlıktan da belli olduğu üzere bu yazı son derece kişisel.

Hızlıca özetlemek gerekirse, neredeyse bir ay içinde tüm hayatım değişti. Evlendim, yeni evime taşındım ve iş değiştirdim.

Hayır, saçımın rengi aynı; sadece ufak gölgeler yaptırdım.

Adeta bir format M:\ akabinde restart. Ve değişim heyecan veriyor, hatta biraz da gerginlik!

İşin ilk günleri malumunuz biraz zor geçer. Bir yandan alışıyorum bir yandan da evde taze fasulye yapmanın sırlarını keşfediyorum.



Az önce Kill Bill Vol.2’nin sonuna denk geldim. Ve tabii ki n.kez gene izledim. Beatrix Kiddo arabasına atlayıp uzaklaştı ben de kumandanın kapat tuşuna bastım.

Yazmadan edeceğim bir insanın son sözü nasıl “How I look” olur. Bill ve son nefesinde bile sönmeyen egosu söz konusuysa tabii ki olur. O ne güzel müziktir…

“You look ready”.

David Carradine müthiş bir oyuncu. RIP. Ayrıca Bill’in en sevdiği süper kahraman olan Superman ile ilgili tiradı da yıllar geçse unutulmaz.

Neyse uzun lafın kısası The Bride’dan çok daha şanslıyım.

Son yıllara göz attığımda adeta zamanın ayaklarımın altından kaydığını hissediyorum. Evlenen dostlar, doğan çocuklar, çok değil beş on sene önce bambaşka şeylerin peşinde koşarken şimdi herkesin daha farklı yollar çizmesi.

Sanırım Haziran 2013’ü hayatım boyunca hatırlayacağım.


Ve hazır yazıyı yazarken bahsetmemek olmaz, dediğim gibi neredeyse beş yıldır çalıştığım iş yerimden ayrıldım. Ve muhteşem dostlarla birlikte. Hep birlikte yürüyeceğim ve çok sevdiğim…

Hikaye devam ediyor, bakalım bu müthiş hızlı yıl daha neler getirecek…

Sizi seviyorum.

O kadar bahsi geçti buyrun son sahne: