10 Nisan 2020 Cuma

Türk Mitolojisi


Türk Mitolojisi inanılmaz derinliğe büyülü sahip bir dünya. İçerisine girdiğiniz zaman Şamanizm odağı içerisinde büyük zenginlik içeren ucu bucağı belli olmayan bir dünyaya adım atmış oluyorsunuz. Hun Devleti resmi kayıtlara göre M.Ö 220 yılında kuruldu. Ön Türk devletlerinden biri olarak kabul edilen İskitler ise M.Ö 800 yılında varlık gösteriyor. Bazı araştırmalar uygarlığın kökeninin çok daha eski bir zamana ait olduğunu iddia etmekte. Ancak ilk yazılı Türk tarihi kaydı olan Orhun Kitabeleri 735 yılına aittir. Yani mitoloji ve bilgelik sözlü şekilde kuşaktan kuşağa aktarılmıştır.


Maalesef Türk mitolojisi okul kitaplarında çok kısa bir şekilde geçiştirilirdi. Şu anda hala öyle mi açıkçası bilmiyorum. Ancak mitoloji meraklıları genelde Yunan, Mısır, İskandinav mitolojilerini okuyarak bu tutkuya kapılırlar. Oysa ki kendi kültürlerine ait devasa bir evrenin olduğunu ilk başta bilmezler. Çünkü bu kavramın derinliği ve önemini gözlerinin önüne getirecek bir mekanizma da pek yoktur. Neyse ki son yıllarda bu konuyla ilgili gerçekten güzel kitaplar yayınlanmaya başlandı, keza çeşitli videolar da çekiliyor. Umarım devamı gelir.

Bu yazıda size Türk Mitolojisindeki bazı önemli figürleri tanıtmak istiyorum.

TENGRİ: (Tanrı, Gökyüzü) Orhun yazıtlarında ilk çözümlenen kelime budur. Baş yaratıcı güçtür. Tengricilik bir inanç biçimidir. Tengri’nin diğer göksel varlıklardan ayrıldığı en önemli konu kişiselleştirilmemesidir. Yani diğer tüm varlıkların insani bir görüntüsü vardır, ancak Tengri’nin yoktur. Tengricilik animizm kökenlidir ve doğadaki her şeyin bir ruhu olduğuna inanılır. Tengri baş ruhtur ve her şeyin toplamıdır. Sonsuz mavi gökyüzü ile tasvir edilir, Gök Tanrı deyişi buradan gelir. “Sonsuz Gök” olarak da adlandırılır. Doğadaki dengeler, mevsimler hepsi onun iradesindedir. Ve Tengri tektir, çifti yoktur, yardımcısı da yoktur. Yaratılışın sembolüdür.


KAYRA HAN: Tengri’nin oğludur ve Türk mitolojisinde Tengri’den sonra en güçlü varlıktır. Göğün 17. Katında oturduğu söylenir. Türk kozmolojisi ve mitolojisinde en önemli konulardan biri olan “Yaşam Ağacını” kendisi dikmiştir. Göğüs katları bu ağaç üzerinde sıralanır. Bu ağaç dokuz dallı bir çamdır ve Kayra Han’ın dokuz tane ayrı kökten Türk ulusunun dünyaya yayılmasını istemesini sembolize eder. Tengri tüm alemi yaratmıştır, Kayra Han ise dünyanın yaratılış ve sonu hakkında söz sahibidir. Üç oğlu vardır: Ülgen, Mergen ve Kızagan. Ülgen; Kayra Han’ın merhamet ve iyiliğini, Mergen aklını ve bilgeliğini, Kızagan ise öfkesini ve intikamını temsil ederdi.

ÜLGEN: Ülgen Kayra Han’ın kıymetli oğludur ve göğün 16. Katında oturur. Türk kozmolojisinde Gök Âlemi 17, Yeraltı alemi 9 kattır bunun merkezinde “Dünyalar Ağacı” bulunur. Şamanların uygun eğitim ve koşullarda bu katlar arasında seyahat edebildiğine inanılırdı.  Ülgen gökyüzü ve hava olaylarıyla ilgilidir, yağmur, fırtınalar, gök gürültüsü onun eseridir. İnsanlara ateşi yakmayı öğretmiştir. Ak taşla kara taşı birbirine çalınca ateş oluşmuştur. Şimşeği bir silah olarak kullanabilir. Bu açıdan Zeus’la benzerliği vardır. Ancak karakter olarak alakasızdır. Ülgen insanlar ve hatta dünyadan çok uzaklarda yaşar. İki yanında iki parlak ak Güneş bulunur. Yedi oğlu, dokuz kızı bulunur.


ERLİK: İşte Ülgen’in meşhur belalısı. Her daim dualite-ikilik prensibi zamanın başından beri mitolojide, dinlerde ve tabii ki hayatta karşımıza çıkar. Her zaman iyinin karşısında kötü, aydınlığın karşısında aydınlık vardır. Erlik Türk Mitolojisindeki “Şeytan” figürüdür. Kötü ruhların başında olan varlıktır, dengeye karşılık kaosun sembolüdür. Yaşamın sonsuz döngüsünde yapım-yıkım, var olma-yok olma, düzen-kaos ikilemi her daim sürecektir. Erlik yeraltı diyarında karanlık çamurdan sarayında yaşar. Yeraltı diyarı cehennemdir diyebiliriz. Yeraltı diyarının tasviri Yunan Mitolojisinde Hades’in efendisi olduğu Tartaros’a benzer. Erlik insan gözyaşlarından oluşan dokuz kollu Toybodım Nehrinin kenarındaki sarayında yaşar. Yanlış yola düşen ruhlar burada çile çeker. Erlik’in oluşturduğu kaosu genelde Ülgen ve kardeşleri düzeltir. Erlik’i yaptığı yanlışlar sonucu ulu Kayra Han yer altına sürmüştür.

Törüngey ile Eje’nin hayat ağacından yasak meyve yiyip Kayra Han’a itaat etmeyip cezalandırılmasına sebep olmuştur. Bu olay yasak elmayı Şeytan’ın kışkırtması ile yiyen Adem ve Havva’nın cennetten kovulmasının Türk Mitolojisi versiyonudur. Eje’nin çocuklarından insan ırkı oluşmuştur.

UMAY ANA: Göklerden inen gümüş saçlı bir kadın, kanatlı bir kuş kadın olarak da temsil edilen Umay Ana’nın üç boynuzlu tasvirleri de bulunur. Beyaz bir elbisesi vardır, adeta bir melek gibidir. Umay Ana iyilik, doğum ve bereketin sembolüdür. Çocukların koruyucusudur, çocuğu olmayanlar Umay Ana’ya dua ederdi. Dünyaya bir kuğu veya beyaz bir at olarak da iner, bu ikisi kutsal hayvanlarıdır. Umay, “Humay” olarak da söylenir ve cennet kuşu olarak bilinen Hüma kuşu ile de özdeşleştirilir. Umay kelimesi rahim ve plasenta ile de bağlıdır. En önemli eski Türk inanç motiflerinden biridir. Ece (Kraliçe) olarak da geçer. Mısır mitolojisinde İsis ile benzeşir.


AK ANA: Tengri alemi, Kayra Han dünyayı yaratırken ilk başta sudan başka hiçbir şey yoktu. Ak Ana suların kızıdır ve oradan dünyaya gelmiştir. Cismani değil ışıksal bir bedeni olduğuna inanılırdı, tasvirleri denizkızına benzer. Ülgen’e yaratma ilhamını veren varlıktır. Sudan tüm dünyaya ruh vermiş ve yaşamı başlatmıştır. Yaşamın suda başlaması adına da bu detay oldukça anlamlıdır.

MERGEN: Mergen, Kayra Han’ın bir diğer evladıdır. Kendisi de göğün yedinci katında ikamet eder. Tüm bilgilere sahiptir, ariftir, ilimlere hakimdir. Eski gözlüdür, hızlıdır ve okçudur. Mergen “Okçu” anlamına gelir. Denge bozulduğunda sorunları çözer, karanlığın güçlerine kafa tutup onları yenebilir. Bu bağlamda zeka ve ilimler odağı sebebiyle Mısır Tanrısı Thoth, Yunan tanrısı Hermes ile benzerlik gösterir. Tıpkı Hermes gibi Mergen de diğer tüm göksel varlıklar arasında haberleri taşırdı. “Her şeyi bilen” olarak da geçer. Şaman ve ilim yolundakiler aklını ve kalbini açması için Mergen’e dua ederlerdi.

SUYLA HAN: Yazgının efendisi. Güneş ve Ay ışıklarından yaratılmıştır. Ülgen’in en önemli adamlarından biridir, ona sonsuz sadakati vardır. Suyla Han insanların kaderini bilir. Bir nevi amel defterleri tutan ve melekler gibi. Kişinin kaderini görür, aynı zamanda ölümden sonra hangi diyara gideceğini de bilir. İnsanları korumak en önemli görevidir. Şamanlar göksel katlara çıkar, göksel varlıklara ulaşmaya çalışırlardı. Bu yolculuk esnasında Suyla Han gerçekten iyi ve kalbi inanç ile dolu olan şamanları kötü ruhların saldırısından korurdu.

KIZAGAN: Kayra Han’ın diğer oğlu Kızagan göğün dokuzuncu katında yaşar. Savaşçıdır, çok güçlüdür. Tam anlamıyla bir savaş tanrısıdır. Bir Mars sembolüdür, nitekim giysileri de her daim kırmızı renkte tasvir edilir. Nitekim Türk kozmolojisinde dokuzuncu katı temsil eden gezegen de Mars’tır. Kızagan göksel orduları yönetir, insanları kötülüğün saldırılarına karşı korurken ruhlarına da cesaret verir.

AYIZIT: Güzellik ve dişilik tanrıçası. Mısır Mitolojisinde Hathor, Akad mitolojisinde İştar’a çok benzer özellikleri vardır. Çocuğa ruhunu verdiğine inanılır. Ayızıt diğer benzerlerinin aksine kadınsı özelliği pek vurgulanan bir figür değildir, daha anaç bir yapıdadır. Çocukları, hayvanları ve kadınları korur. Kuğu ile Ayızıt da ilişkilendirilmiştir bu bağlamda Umay Ana ile Ayızıt dönem dönem aynı kişi gibi düşünülmüştür. Ayızıt “Altın Kitap” denen kutsal emanetin sahibidir. Bu kitap içerisinde tüm insanların kaderleri mevcuttur.

YAYIK HAN: Elinde Yay, bir ejderha ile olarak tasvir edilir. Ejder kelimesi Türk Kozmolojisinde aynı zamanda evren anlamına gelir; bildiğimiz mitolojik figür haricinde de derin anlamları bulunur. Ancak aşikârdır ki birçok kültürde olduğu gibi bizde de Ejderleri yenen kahraman figürü mevcuttur. Irmak ve göllerin tanrısıdır, 17 ırmağın buluştuğu yerde yaşar. 17 sayısı zaten gerek gök katlarının da sayısı olması sebebiyle Türk mitolojisinde çok önemlidir. Suların ruhudur ve dünyadaki tüm sular ona aittir. Bereketi getirmesi için ırmak kenarlarında Yayık Han için törenler yapılırdı. Su yılanı ve ejderha formuna girebilir.
Türk Mitolojisinde çok fazla sayıda göksel figür bulunur. Burada en önemli figürlerden bazılarını tanıtmak istedim. Şimdi de kısaca Türk kozmolojisinde dünya ve hayatın oluşumunu inceleyelim.


“Yaratılış destanı” değme Tolkien eserine taş çıkaracak güzellikte ve epiklikte bir öyküdür. Yüzüklerin Efendisi benzeri bir prodüksiyonla çekilse çok heyecanlanırdım açıkçası. :) Kısaca özetlemek isterim.

En başta Kara (Kayra) Han tek başına yeryüzündeydi. Yeryüzü sadece sularla kaplıydı. Kara Han yalnızdı ve sıkılıyordu. Suların içerisindek Ak Ana çıktı. “Yarat” dedi ve “Kişi” denen ilk insan oluştu. Kara Han ve Kişi birlikte suyun üzerinde uçmaya başladılar. Ancak Kişi denen şahıs insanın tipik özelliği olan hırsa sahipti ve Kara Han’dan daha yükseğe uçmak istedi. Kara Han Kişi’nin bu hırsına kızdı ve uçma yeteneğini ondan aldı. (Bir nevi Icarus’un uçuşu ve düşüşünü andıran bir yapı) Böylece insanoğlu göklerde kuş gibi uçabilme yeteneğini kaybetti. Kişi gücü elden gidince suya düştü ve boğulmaya başladı. Aklı başına gelen Kişi bu sefer Kara Han’a canını kurtarması için dua etti. Kara Han da ona acıdı ve Kişi’nin sudan yükselmesi emretti. Yani dakika bir gol bir insan yaratılışta tanrıyla uçma şansını kaybedip hırsına kapılmıştı. (Bir nevi cennetten kovulma, Dünya’ya sürülme metaforu olarak düşünebiliriz)

Kara Han, denizden bir yıldız yükseltti. Kişi bunun üzerinde oturunca suya batmayacaktı. Kişi uçma gücünü kaybettiği için Kara Han dünyaya form vermeye karar verdi. Kişiye suya dalıp toprak çıkarmasını emretti. Kişi suya dalarken hala akıllanmamış ağzına bir parça kutsal toprak saklamıştı çünkü Kara Han’ın iradesinden bağımsız kendine ait gizli bir dünya yaratmak istiyordu. Bu motif de Prometheus’un Tanrılardan ateşi çalmasına benzer ama burada Kişi kendi kişisel çıkarları için toprağı saklamıştır insanlara yardım için değil. Özetle Türk mitolojisinde “insan” en başından hırslı ve kusurlu olarak betimlenmiştir.


Kişi çıkardığı toprağı su üzerine serpti ve Kara Han emredince toprak büyüdü, Dünya’ya dönüştü. Dünya başta engebesiz dümdüzdü. Ama Kara Han “Büyü” emrini verince Kişi’nin ağzındaki toprak da büyümeye ve onu boğmaya başladı. Kara Han yine sabırlı ve nazik bir adammış ki Kişiye tükürmesini emretti. Kişi bunu yapınca ağzından fırlayanlar bataklık tepeler oluşturdu. En sonunda yaratılışının ahengi bozulan ve tepesinin tası atan Kara Han ona itaat etmeyen bu kişiye Erlik (Şeytan) ismini verdi, huzurundan kovdu ve lanetledi. Erlik göksel katlardan sürüldü. Kara Han bundan sonra dokuz dallı bir çam ağacı yarattı ve her dalın katında bir insan belirdi. Bu dallar dokuz insan ırkının atalarını temsil eder.

Erlik tabii ki boş durmamış yeni yaratımları da kendisine istemişti. Kara Han onu bu sefer onu yeraltı dünyasına sürdü. Tıpkı Şeytan gibi Erlik de Kara Han’a olan öfkesi sebebiyle insanoğlunu yoldan çıkarmaya çalışıyordu. Kara Han insanlara Erlik’e kandığı için kızgındı ve bu sürece müdahale etmedi. İyice havaya giren Erlik kendisine bir gök yarattı ve kandırdığı ruhları oraya yerleştirdi. Onlara daha iyi imkanlar sundu. İşler çığrından çıkınca Kara Han Erlik’in kaçak dünyasının göğünü tepesine yıktırdı. Gök yarılıp yere düşünce de dağlar, ormanlar ve boğazlar meydana geldi.


Erlik’in yaptıkları bunla kalmadı ilerleyen dönemde Kara Han’ın oğulları Ülgen. Mergen ve Kızagan onunla savaştılar. Türk kozmolojisinde aydınlık ve karanlığın savaşı motifi oldukça belirgindir. Varoluşta her zaman düzen ve kaos iç içedir. Kara Han bizim tanrısal ve erdemli yönümüzü temsil ederken Erlik dünyevi ve karanlık yönümüzdür. İnanışa göre bir şamanın da bir insanın da asıl amacı göksel yönüne doğru ilerlemek, Dünyalar Ağacından yukarılara tırmanarak göksel varlıkların huzuruna çıkabilmektir.

Sayısız kültürde olduğu gibi bizde de âlemleri bir ağaç birbirine bağlar. “Dünyalar Ağacı” diye geçen yaşam ağacı kozmolojinin temelini oluştur. Nitekim doğanın en kadim ve güzel yaratımı olan ağaç nerdeyse her kültürde kutsaldır. İskandinavya’dan Mısır’a, Sami ülkelerinden Türklere sayısız mitolojide alemleri birbirine bağlayan kutsal bir yaşam ağacının olması bunun ne kadar güçlü bir evrensel sembol olduğunun kanıtıdır.

Konumuz çok uzun ve çok derin. Şimdilik burada ara verelim. :)

9 Nisan 2020 Perşembe

Açık Büfe


Hep beraber bir izolasyon sürecinden geçiyoruz. Pek tabii bu durum insan ilişkilerine de yansıyor. İletişimimiz genel olarak telefonlar ve görüntülü bol ekranlı programlar üzerinden. Belki çok basit görünen bir iş ama arkadaşımızla oturup bir fincan kahve içmek bile lüks. Hatta şu anda cazip bir hayal… Çünkü erişemiyoruz ve mahrumiyet altındayız.


Mahrumiyet çok sihirli bir kelimedir aslında. Bir şeyin ulaşılmaz olması, kolay tüketilememesi her zaman daha büyülü ve caziptir. Misal ben kaset çağı çocuğuyum. Sevdiğim grubun bir kasetini almak ben ergenken çok büyük bir olaydı. Şimdiki gibi tek tuşla binlerce grubun tüm diskografisine tek tuşla ulaşamadığımızdan o kasetin anlamı her şeyden büyüktü. Defalarca o şarkıları dinler, kartoneti en ince detaylarına kadar inceler, bir yandan bir sonraki kasetin hayalini kurarak harçlık biriktirirdik. Belki de benim ve öncesi jenerasyonların müziğe bu kadar –hatta aşk düzeyinde- düşkün olma sebeplerinden biri de budur. Çünkü önünüzde binlerce şarkı varken hepsinin değerli olması imkansızdır. Ancak kısıtlı seçenek ve bir hayal varsa işte o şey bir anda epikleşir. İnsan ilişkilerimiz de yeni çağda bu şekilde. Herkes açık büfede tabağını tepeleme dolduruyor, geride yarısı yenmiş yiyecekler kalıyor.

Açık büfenin ana motifi tensellik değil her şeyin “açıkta” olması. Konu paylaşım boyutunun inanılmaz büyüklüğü. Mesela bir insan sizden hoşlandığı anda sosyal medya hesabınıza erişerek saniyeler içerisinde nelerden hoşlandığınızı, giyim tarzınızı, gittiğiniz yerleri ve ilgi alanlarınızı öğrenebiliyor. Stalk bu çağın bir gerçeği neticede. Ve sonuçta insanı en fazla yükselten şeylerden biri olan “merak” duygusu en baştan solmaya başlıyor. Eskiden defalarca sürecek sohbetlerle keşfedilecek konular zaten fabrika ayarlarında yüklü. İlk buluşmada karşı tarafa çaktırılmamaya çalışılsa da stalk sayesinde kişi karşısındaki insanı ondan iyi tanıyor olabiliyor. :)

Diğer konu zaman. Elimizde telefonlarımız bip bip Whatsapp, Instagram, Telegram ne varsa her yerden ulaşılmamız mümkün. Bir mektubun yolunun gözlendiği dönemlerde değiliz. Bir kişiden çok hoşlanıyorsak heyecanlanıyor ve bir anda günde 25 saatimizi o insanla konuşarak geçiyoruz. Bu başta hoş bir şey olsa da yine gizem soluyor, merak duygusu azalmaya başlıyor. En sonunda “Uyudun mu?” seviyesine geliniyor. Çağın gerçeği bu elbette telefonlarımızı çöpe atalım demiyorum ama her saniye ulaşılabilir olmak, her saniye bir insanla paylaşımda olmak da bir süre sonra yine ilişkiyi zipli yaşar hale getiriyor. En büyük yıldızlar en çok yakıt tükettiği için en hızlı patlayıp yok olanlardır. İlişkiler de sürekli yedinci viteste giden bir yarış otomobili gibi ilerlediğinden birkaç ayda benzini tüketiveriyor.


Rahmetli büyükannem eşiyle çok severek evlenmiş. O zamanlar flört denen hadise olmadığından evlenmeden önce rahatça gezip tozmaları tabii mümkün değil. Büyükannem benim gibi bir kitap kurdu ve gece gaz lambası açıp kitap okurmuş. Müstakbel eşi de bunu bildiği için her gece onun evinden geçer ve o lambanın ışığına bakarmış. Twitterda like alsın diye kurgu yapmıyorum, gerçek öykü. Her şeyin hızlandığı "bilişim" çağında sabır denen şeyi tamamen kaybetmiş olan bizler bir web sayfası saniyeler içinde açılmazsa sinirlenirken burada değil sevilen insanı onun ışığı görme hayali var. O ışığın bir kıymeti var. O ışığı kıymetli yapan da o insanın çok kıymetli olması. Değil bir insanı görmek, bir insanın ışığına bakmak, o anı hayal etmek bile inanılmaz bir büyü. Aslında biz her konuda sihri kaybetmiş olabilir miyiz?

Eskiden insanların Taksim abidenin önünde kalplerinin göğüs kafeslerinden çıkarak başka bir insanı beklediği zamanlar vardı. "Cnm yarım saat gecikiyorum sen bekle" yoktu. Zamanında gelmek vardı. Ki bu da bir saygı göstergesidir. Ve sadece konu insan değil. Bir kasetin, bir kitabın çok değerli olduğu zamanlar da vardı. 15 dakikada sana kitap özetleyeyim ara yüzleri de yoktu. Bunların hepsi aslında mahremiyet, yani Satüryen konular. Satürn’ün olmaması da aslında tüm bu anlattığım süreci oluşturuyor. Sınırsızlık bir süre sonra sıradanlık ve bıkkınlık getiriyor.

Bu çağda yaşıyoruz ve elbette Amishler gibi dünyadan kendimizi soyutlayamayız. Ama bir denge oturtabiliriz. Gerek insan ilişkileri, gerek kişisel zevklerde vitesi düşürebiliriz. Böylece hayattan daha fazla zevk alırken kendimize de daha çok zaman ayırmamız mümkün olur. Netflixte binlerce dizi ve film var, güzel olanlar da var ama etkisi ne kadar sürüyor? Oysa ki bu çağdan önceki Friends, Seinfeld gibi diziler hala efsane. Bunun tek sebebi bu yapımların çok süper yenilerin kötü olması mı? Hayır. O çağda sonsuz seçenek yoktu. Bu yüzden de yapımlar hem güzeldi hem de zor ulaşım sebebiyle insanlara epik bir gizem ve bağlılık taşıdılar. On yıl önce yayınlanan Aşk-ı Memnu'nun hala izlenme rekorları kırmasının sebebi yapımın kaliteli olmasının yanı sıra dijital çılgınlık çağı tam olarak başlamadan önceki son sansasyonel yapımlardan biri olması. Fabrikasyon üretimden önceki son çıkışlar. 


Sınır çekmek için taktik yapmaya gerek yok. Ancak bu sınırsızlığı doğru şekilde yönetir, kendi istediğimiz sınırları çizersek işte o zaman kendimiz Satürn olmayı öğrenmeye başlarız. Ve Satürn'den öcü gibi korkmamıza gerek kalmaz... Açık büfeye girsek bile tabağımıza yiyebileceğimiz kadarını koyarsak eğer ne mide fesadı geçirir ne de bıkkınlık yaşarız. Bunu istersek yapabiliriz. Hayattan daha fazla zevk alabiliriz. Deneyimimiz gelişirken kendimizi de yeniden keşfedebiliriz.

Kaybetme korkuları veya doyumsuzluğun güdümüne girmeden sınırları çizmek insanı kısıtlamayacak bilakis özgürleştirecektir. Çünkü sonsuzluk da bir illüzyondur, mutlak sonsuz günün sonunda mutlak hiçtir. Sonsuz seçenek, günün sonunda sıfır seçenektir. Oysa ki her tekilliğin içerisinde bilinmeyen sonsuz bir dünya vardır. 

Ve biz tüm sırra vakıf olmadığımız sürece de orada bir yerde hep bilinmez ve keşfedilmeyi bekleyen bir şeyler olacak…


Not: 2015'ten beri bloguma ara vermiştim. Kısmet karantinada tekrar başlamakmış. :)